BAŞKAN GÖKHAN'IN 18 MART ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ VE ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ'NİN 106. YILDÖNÜMÜ KONUŞMASI
18 Mart 2021 - 12:19
Sevgili Çanakkaleliler,
Dünyanın dört bir yanına dağılmış, ama yüreği bugün Çanakkale’de atan sevgili dostlar,
Çanakkale Zaferi’nin 106. Yıldönümündeyiz.
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da törenler pandeminin gölgesinde, geniş katılımlardan uzak gerçekleşiyor.
Koronavirüse karşı zafer kazanamadığımız için, bu yıl da Çanakkale Zaferi’ni şanına yakışır, görkemli törenlerle kutlayamıyoruz.
Geçen 18 Mart gibi, bu 18 Mart’ta da şehitlikler insan kalabalıklarından uzak,
106 yıl önce topun, tüfeğin ve merminin sesiyle gürleyen Çanakkale, sessiz.
Kahramanlara edilen dualar, anaların yıllar önce yaptığı gibi uzaktan.
106 yıl önce Çanakkale, sanki günümüz gibiydi.
Kahramanlar sadece düşmanla değil, salgınla da savaşıyordu.
Bugünkü gibi koronavirüs yoktu, fakat kolera vardı.
Dizanteriye ve tifüse yakalanan, sıtmayla hayatının baharında tanışan kınalı kuzular vardı.
Hastalık nedeniyle koca gövdeler küçülmüş, ateş bedenleri kavurmuştu.
Sanki bugün gibiydi.
Korkusuz kahramanlar mücadele ediyor, özverili sağlıkçılar, fedakârca çalışıyordu.
Sanki bugün gibiydi.
Sevgili Dostlar;
106 yıl önce Çanakkale’de bir ölüm kalım savaşı vardı.
Komutanlar tüm askerlere örnek olduğu için “Çanakkale Geçilmez” oldu.
Atatürk, “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” deyip, kendisi de korkusuzca en önde ölüme koştuğu için nice zaferler kazanıldı.
Çanakkale’de kazandıysak;
Topyekûn özverili olunduğu için kazandık.
Atatürk, savaşı saraydan yönetmedi, bizzat cephedeydi..
Sıtmayla savaştı. Günlerce uyumadı. SAĞLIĞINDAN VAZGEÇTİ, Ama mücadeleden ASLA!!!
106 yıl önce Çanakkale’de “Aklı Rehber Ettiğimiz” için kazandık.
1915’de Çanakkale’de kimsenin görmediğini görebilen, düşmanın geleceği yönü bilip, doğru kararlar alabilen Mustafa Kemal ATATÜRK vardı.
21. yüzyılda ise, Wuhan’dan çıkan bir virüsü görmesine rağmen, önlem alamayan bir dünya var.
Ne talihliyiz ki “Hayatta en hakiki yol ilimdir, fendir” diyen bir lider vardı.
Çanakkale’de salgınları görüp, Kurtuluş Savaşı’nda düzenli ordudan önce Sağlık Bakanlığı’nı kuran,
Çanakkale Savaşı’ndan 5 yıl sonra yerli aşı üretimini başlatan Atatürk vardı.
Ve 17 çeşit aşı üreten bir Cumhuriyet vardı.
O yıllarda, salgınla boğuşan Çin’e aşı gönderen bir Türkiye vardı.
Bugün de bir savaş var.
Biliyorum ve inanıyorum ki rehberimiz ancak akıl ve bilim olursa kazanırız.
Ve 106 yıl önce de hastaneler vardı.
Uluslararası hukuka göre hastanelere dokunulmazdı.
Oysa Ağadere, Arıburnu Hastanesi’ne bombalar düşüyordu,
Hastaneler bugün de bombardıman altında.
Pandemi kurallarına uymadıkça hastanelerimize bir bomba da biz atıyoruz.
Kuralları ihmal ettikçe, sadece kendi sağlığımızı değil, sağlıkçılarımızı da yok ediyoruz.
Oysa 106 yıl önce Çanakkale’de hastanelere ve sağlıkçılara yardımcı olan bizdik.
Evlerini revir yapan kadınlar, bizim kadınlarımızdı.
Bağış kampanyalarıyla hastaneleri ayakta tutan yine bizdik.
Bunlar geçmişte kaldı.
Ama belli ki biz de pek ileri gidemedik.
Çanakkale Savaşı’nın 106.yıldönümünde özverili sağlıkçılarımıza seslenmek isterim.
Değerli doktorlarımız, Sizler de 106 yıl önce Çanakkale Savaşı’ndaki hekimler gibisiniz.
Bir Çanakkale kahramanının hatırasında “uykusuz ve yorgundu” sözleriyle tarif ettiği doktorlar gibi yorgunsunuz.
Kim bilir kaç zaman, Çanakkale Savaşı’nın sahra hastanelerinde, gözüne uyku girmemiş tabipler gibi uykusuzsunuz.
Ve kim bilir kaç zamandır, evlatlarınıza uzak, ailenize hasretsiniz.
Bu zor zamanlarda sık sık salgında yitirdiğimiz Cemil Taşçıoğlu, Mustafa Oral ve Feriha Öz gibi şehit doktorlarımızı düşünürüm.
1915’de Çanakkale’de şehit olan tıbbiyeli öğrencileri düşündüğüm gibi…
Salgında gönüllü görev yapan doktor Ahmet Cevdet Çitoğlu’nu duyduğumda, Çanakkale’ye koşan vatansever tıbbiyelileri anımsarım.
Koronavirüste yitirdiğiniz Süryani doktor Murat Dilmener ile 57. Alay’ın Rum Doktoru Dimotriyati aynı ruhun insanı değil de nedir?
Size bir olay anlatmak isterim.
Çanakkale Savaşı’nın en zor zamanlarıydı.
Doktorun önüne bir asker yatırıldı. Bir ayağı kopmak üzereydi.
Yaralı asker “Baba! Beni tanımadın mı?” diye seslendi.
Doktor, “Bu benim oğlum, gölge bir yere kaldırın.” deyince kaldırıldı.
Sırada daha çok asker bekliyordu.
Doktor ancak ertesi gün oğlu ile ilgilenecek zamanı bulmuştu.
Oysa oğlu çoktan gömülmüştü…
Allah, herkesin evladına uzun bir hayat versin.
Lakin bugün bu milletin çocukları için kendi çocuklarını göremeyen doktorlarımız da, bu doktora benzemez mi? Ve bizim buna hakkımız var mı?
Ve hemşirelerimize seslenmek istiyorum.
Cefakâr hemşirelerimiz,
Sizler, Çanakkale Savaşı’nın Hilal-i Ahmer hemşireleri gibisiniz.
Onlar yaralılarla, siz hastalarla kardeş gibi ilgilendiniz.
Hamile iken koronavirüse yakalanan, bebeğinin kokusunu bile alamadan vefat eden hemşire Dilek Akçabelen gibi nice hemşire, fedakarlıklarıyla inanıyorum ki şimdi en yüce makamlardadır.
Sağlık emekçileri dün Çanakkale’de vatan görevindeydi.
Bugün ise vatanın her yerinde hayat nöbetinde.
Bugün tüm dünya bir virüse karşı savaşta, bu virüs dil, din, ırk, zengin, fakir ayırmadan herkese bulaşıyor.
Bir yıldır tüm insanlık olarak yaşadığımız bu süreçten çıkarılacak çok hayat dersi var…
Bu virüs yalnızca sağlığımızı tehdit etmedi; işimizle, aşımızla sınandığımız zor zamanlardan geçiyoruz hep birlikte.
Ne zaman ki işsiz kalanın yanındayız, ne zaman ki aşsız kalanın, zorda olanın yanındayız, ne zaman ki olmayanla olanımızı paylaşmadayız, o zaman bizi kim sarsar, bizi ne yıkar?
Mehmet Akif bir şiirinde der ki;
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Çanakkale Savaşı, centilmenler savaşı.
Bugün de aynı centilmenliği koronavirüsle savaşta birbirimize göstermeliyiz.
Değil mi ki bugün, koronavirüste bir belediye bir yarayı sarıyor, ona merhem oluyor, başkanının hangi partiden olduğunun ne önemi var?
Partisinden dolayı engellemek neye yarar?
Çanakkale Savaşı’nda başarı elde edince Tasvir-i Efkar Gazetesi Atatürk’ün fotoğrafını basar. O günkü güç sahipleri bundan çok rahatsız olur. Uzun süre Atatürk’ün fotoğrafı hiçbir yerde yayınlanmaz. Bugün de yapılan hizmetleri görmezden gelenlerin bundan ne farkı var?
Gurur boşmuş. Dün en mağrur donanma bugün Çanakkale boğazının altında.
Bugün en mağrur devletler, salgın karşısında çaresizce eli bağrında.
Çanakkale’de savaşı birlikte yendik, koronavirüsü de birlikte yenmeliyiz.
Onun için barışmamız lazım.
Bakın, biz Çanakkale’ye "Barışın Kenti” deriz.
Gencecik fidanların ölümlerini gördükçe, Atatürk’ün Anzac annelerine seslenişini okudukça, “BARIŞ” diye haykırırız.
106 yıl önce farklı milletlere karşı hayatta kalmak için mücadele etmiş olabiliriz.
Ama bugün farklı milletlerle birlikte, hayatta kalmak için mücadele ediyoruz.
Çanakkale Savaşı gibi pandemi de bize öğretti ki her insan birbirine muhtaçtır.
Ve bu dünyada hayatta kalmak için tek ilaç, barışa ihtiyaç vardır.
Yani, bir ağaç gibi tek ve hür yaşamak için, bir orman gibi kardeş olmaya mecburiyet vardır.
Biz Çanakkale’ye bir de “Özgürlüklerin Kenti” deriz.
Topraklarımız özgürlük uğruna ödenen acı bedellerle doludur.
Verilen canların özgürlük için olduğunu bildiğimiz gibi, özgürlüğün de kıymetini biliriz.
Pandemiyle özgür insanlar olmanın kıymetini bir kez daha öğrenmedik mi?
“Hayat Eve Sığar” desek de zor olduğunu, sokağa çıkamamanın ne güç olduğunu görmedik mi?
Dünya Çanakkale’de bağımsızlık uğruna kefensiz gömülenleri gördü.
Bugün ise sevdikleri gömülürken onları, son yolculuğunda dahi uğurlayamayan insanların acılarına şahit oluyoruz.
Bu görüntülere son vermek için;
DİRENMELİYİZ. Çanakkale’de dizanteri salgınını yenmek için killi toprak yiyenlerin direnciyle direnmeliyiz.
DAYANMALIYIZ. Kanamayı dindirmek için yaraya toprak, ot ve çaput bastıranlar gibi dayanmalıyız.
DÜŞÜNMELİYİZ. Oksijenli suyun sadece ağır yaralılara sunulduğu gibi, daha zorda olanları düşünmeliyiz.
Sözlerimi bitirirken şunu söylemek isterim.
Çanakkale, insanlık tarihinin gördüğü en büyük savaş,
Koronavirüs, insanlık tarihinin en hızlı yayılan salgını.
O gün gibi bugün de yok olan hayatımız.
Dün düşmanla mücadele, bugünse virüsle mücadele var.
1915’de atalarımız, sağ kalmak için direndiler. Bugün biz de direnmeliyiz.
Dişimizle tırnağımızla, inancımızla ve inadımızla direnmeliyiz.
Milli bir seferberlikteymiş gibi direnmeliyiz.
Kazandıracak olan direnişimiz ve birlikteliğimizdir.
Atatürk’ün ifadesiyle “Zafer, zafer benimdir.” diyebilenindir.
Kanla sulanmış bu topraklar kırmızıya yeterince doydu.
Şimdi motorları maviliklere sürme zamanıdır,
Şimdi sağlık ve umut dolu yarınları hep birlikte kucaklama zamanıdır.
Sesime kulak veren sevgili dostlar,
Çanakkale’nin Belediye Başkanı olmanın gururuyla, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizin 106. Yıldönümünü kutluyorum.
Şehitler Günü’nde, Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, cephelerde yitirdiğimiz tüm şehitlerimizi, gazilerimizi ve ebediyete uğurladığımız tüm sağlık çalışanlarımızı şükranla ve saygıyla anıyorum.
Ülgür Gökhan
Belediye Başkanı
Dünyanın dört bir yanına dağılmış, ama yüreği bugün Çanakkale’de atan sevgili dostlar,
Çanakkale Zaferi’nin 106. Yıldönümündeyiz.
Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da törenler pandeminin gölgesinde, geniş katılımlardan uzak gerçekleşiyor.
Koronavirüse karşı zafer kazanamadığımız için, bu yıl da Çanakkale Zaferi’ni şanına yakışır, görkemli törenlerle kutlayamıyoruz.
Geçen 18 Mart gibi, bu 18 Mart’ta da şehitlikler insan kalabalıklarından uzak,
106 yıl önce topun, tüfeğin ve merminin sesiyle gürleyen Çanakkale, sessiz.
Kahramanlara edilen dualar, anaların yıllar önce yaptığı gibi uzaktan.
106 yıl önce Çanakkale, sanki günümüz gibiydi.
Kahramanlar sadece düşmanla değil, salgınla da savaşıyordu.
Bugünkü gibi koronavirüs yoktu, fakat kolera vardı.
Dizanteriye ve tifüse yakalanan, sıtmayla hayatının baharında tanışan kınalı kuzular vardı.
Hastalık nedeniyle koca gövdeler küçülmüş, ateş bedenleri kavurmuştu.
Sanki bugün gibiydi.
Korkusuz kahramanlar mücadele ediyor, özverili sağlıkçılar, fedakârca çalışıyordu.
Sanki bugün gibiydi.
Sevgili Dostlar;
106 yıl önce Çanakkale’de bir ölüm kalım savaşı vardı.
Komutanlar tüm askerlere örnek olduğu için “Çanakkale Geçilmez” oldu.
Atatürk, “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” deyip, kendisi de korkusuzca en önde ölüme koştuğu için nice zaferler kazanıldı.
Çanakkale’de kazandıysak;
Topyekûn özverili olunduğu için kazandık.
Atatürk, savaşı saraydan yönetmedi, bizzat cephedeydi..
Sıtmayla savaştı. Günlerce uyumadı. SAĞLIĞINDAN VAZGEÇTİ, Ama mücadeleden ASLA!!!
106 yıl önce Çanakkale’de “Aklı Rehber Ettiğimiz” için kazandık.
1915’de Çanakkale’de kimsenin görmediğini görebilen, düşmanın geleceği yönü bilip, doğru kararlar alabilen Mustafa Kemal ATATÜRK vardı.
21. yüzyılda ise, Wuhan’dan çıkan bir virüsü görmesine rağmen, önlem alamayan bir dünya var.
Ne talihliyiz ki “Hayatta en hakiki yol ilimdir, fendir” diyen bir lider vardı.
Çanakkale’de salgınları görüp, Kurtuluş Savaşı’nda düzenli ordudan önce Sağlık Bakanlığı’nı kuran,
Çanakkale Savaşı’ndan 5 yıl sonra yerli aşı üretimini başlatan Atatürk vardı.
Ve 17 çeşit aşı üreten bir Cumhuriyet vardı.
O yıllarda, salgınla boğuşan Çin’e aşı gönderen bir Türkiye vardı.
Bugün de bir savaş var.
Biliyorum ve inanıyorum ki rehberimiz ancak akıl ve bilim olursa kazanırız.
Ve 106 yıl önce de hastaneler vardı.
Uluslararası hukuka göre hastanelere dokunulmazdı.
Oysa Ağadere, Arıburnu Hastanesi’ne bombalar düşüyordu,
Hastaneler bugün de bombardıman altında.
Pandemi kurallarına uymadıkça hastanelerimize bir bomba da biz atıyoruz.
Kuralları ihmal ettikçe, sadece kendi sağlığımızı değil, sağlıkçılarımızı da yok ediyoruz.
Oysa 106 yıl önce Çanakkale’de hastanelere ve sağlıkçılara yardımcı olan bizdik.
Evlerini revir yapan kadınlar, bizim kadınlarımızdı.
Bağış kampanyalarıyla hastaneleri ayakta tutan yine bizdik.
Bunlar geçmişte kaldı.
Ama belli ki biz de pek ileri gidemedik.
Çanakkale Savaşı’nın 106.yıldönümünde özverili sağlıkçılarımıza seslenmek isterim.
Değerli doktorlarımız, Sizler de 106 yıl önce Çanakkale Savaşı’ndaki hekimler gibisiniz.
Bir Çanakkale kahramanının hatırasında “uykusuz ve yorgundu” sözleriyle tarif ettiği doktorlar gibi yorgunsunuz.
Kim bilir kaç zaman, Çanakkale Savaşı’nın sahra hastanelerinde, gözüne uyku girmemiş tabipler gibi uykusuzsunuz.
Ve kim bilir kaç zamandır, evlatlarınıza uzak, ailenize hasretsiniz.
Bu zor zamanlarda sık sık salgında yitirdiğimiz Cemil Taşçıoğlu, Mustafa Oral ve Feriha Öz gibi şehit doktorlarımızı düşünürüm.
1915’de Çanakkale’de şehit olan tıbbiyeli öğrencileri düşündüğüm gibi…
Salgında gönüllü görev yapan doktor Ahmet Cevdet Çitoğlu’nu duyduğumda, Çanakkale’ye koşan vatansever tıbbiyelileri anımsarım.
Koronavirüste yitirdiğiniz Süryani doktor Murat Dilmener ile 57. Alay’ın Rum Doktoru Dimotriyati aynı ruhun insanı değil de nedir?
Size bir olay anlatmak isterim.
Çanakkale Savaşı’nın en zor zamanlarıydı.
Doktorun önüne bir asker yatırıldı. Bir ayağı kopmak üzereydi.
Yaralı asker “Baba! Beni tanımadın mı?” diye seslendi.
Doktor, “Bu benim oğlum, gölge bir yere kaldırın.” deyince kaldırıldı.
Sırada daha çok asker bekliyordu.
Doktor ancak ertesi gün oğlu ile ilgilenecek zamanı bulmuştu.
Oysa oğlu çoktan gömülmüştü…
Allah, herkesin evladına uzun bir hayat versin.
Lakin bugün bu milletin çocukları için kendi çocuklarını göremeyen doktorlarımız da, bu doktora benzemez mi? Ve bizim buna hakkımız var mı?
Ve hemşirelerimize seslenmek istiyorum.
Cefakâr hemşirelerimiz,
Sizler, Çanakkale Savaşı’nın Hilal-i Ahmer hemşireleri gibisiniz.
Onlar yaralılarla, siz hastalarla kardeş gibi ilgilendiniz.
Hamile iken koronavirüse yakalanan, bebeğinin kokusunu bile alamadan vefat eden hemşire Dilek Akçabelen gibi nice hemşire, fedakarlıklarıyla inanıyorum ki şimdi en yüce makamlardadır.
Sağlık emekçileri dün Çanakkale’de vatan görevindeydi.
Bugün ise vatanın her yerinde hayat nöbetinde.
Bugün tüm dünya bir virüse karşı savaşta, bu virüs dil, din, ırk, zengin, fakir ayırmadan herkese bulaşıyor.
Bir yıldır tüm insanlık olarak yaşadığımız bu süreçten çıkarılacak çok hayat dersi var…
Bu virüs yalnızca sağlığımızı tehdit etmedi; işimizle, aşımızla sınandığımız zor zamanlardan geçiyoruz hep birlikte.
Ne zaman ki işsiz kalanın yanındayız, ne zaman ki aşsız kalanın, zorda olanın yanındayız, ne zaman ki olmayanla olanımızı paylaşmadayız, o zaman bizi kim sarsar, bizi ne yıkar?
Mehmet Akif bir şiirinde der ki;
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Çanakkale Savaşı, centilmenler savaşı.
Bugün de aynı centilmenliği koronavirüsle savaşta birbirimize göstermeliyiz.
Değil mi ki bugün, koronavirüste bir belediye bir yarayı sarıyor, ona merhem oluyor, başkanının hangi partiden olduğunun ne önemi var?
Partisinden dolayı engellemek neye yarar?
Çanakkale Savaşı’nda başarı elde edince Tasvir-i Efkar Gazetesi Atatürk’ün fotoğrafını basar. O günkü güç sahipleri bundan çok rahatsız olur. Uzun süre Atatürk’ün fotoğrafı hiçbir yerde yayınlanmaz. Bugün de yapılan hizmetleri görmezden gelenlerin bundan ne farkı var?
Gurur boşmuş. Dün en mağrur donanma bugün Çanakkale boğazının altında.
Bugün en mağrur devletler, salgın karşısında çaresizce eli bağrında.
Çanakkale’de savaşı birlikte yendik, koronavirüsü de birlikte yenmeliyiz.
Onun için barışmamız lazım.
Bakın, biz Çanakkale’ye "Barışın Kenti” deriz.
Gencecik fidanların ölümlerini gördükçe, Atatürk’ün Anzac annelerine seslenişini okudukça, “BARIŞ” diye haykırırız.
106 yıl önce farklı milletlere karşı hayatta kalmak için mücadele etmiş olabiliriz.
Ama bugün farklı milletlerle birlikte, hayatta kalmak için mücadele ediyoruz.
Çanakkale Savaşı gibi pandemi de bize öğretti ki her insan birbirine muhtaçtır.
Ve bu dünyada hayatta kalmak için tek ilaç, barışa ihtiyaç vardır.
Yani, bir ağaç gibi tek ve hür yaşamak için, bir orman gibi kardeş olmaya mecburiyet vardır.
Biz Çanakkale’ye bir de “Özgürlüklerin Kenti” deriz.
Topraklarımız özgürlük uğruna ödenen acı bedellerle doludur.
Verilen canların özgürlük için olduğunu bildiğimiz gibi, özgürlüğün de kıymetini biliriz.
Pandemiyle özgür insanlar olmanın kıymetini bir kez daha öğrenmedik mi?
“Hayat Eve Sığar” desek de zor olduğunu, sokağa çıkamamanın ne güç olduğunu görmedik mi?
Dünya Çanakkale’de bağımsızlık uğruna kefensiz gömülenleri gördü.
Bugün ise sevdikleri gömülürken onları, son yolculuğunda dahi uğurlayamayan insanların acılarına şahit oluyoruz.
Bu görüntülere son vermek için;
DİRENMELİYİZ. Çanakkale’de dizanteri salgınını yenmek için killi toprak yiyenlerin direnciyle direnmeliyiz.
DAYANMALIYIZ. Kanamayı dindirmek için yaraya toprak, ot ve çaput bastıranlar gibi dayanmalıyız.
DÜŞÜNMELİYİZ. Oksijenli suyun sadece ağır yaralılara sunulduğu gibi, daha zorda olanları düşünmeliyiz.
Sözlerimi bitirirken şunu söylemek isterim.
Çanakkale, insanlık tarihinin gördüğü en büyük savaş,
Koronavirüs, insanlık tarihinin en hızlı yayılan salgını.
O gün gibi bugün de yok olan hayatımız.
Dün düşmanla mücadele, bugünse virüsle mücadele var.
1915’de atalarımız, sağ kalmak için direndiler. Bugün biz de direnmeliyiz.
Dişimizle tırnağımızla, inancımızla ve inadımızla direnmeliyiz.
Milli bir seferberlikteymiş gibi direnmeliyiz.
Kazandıracak olan direnişimiz ve birlikteliğimizdir.
Atatürk’ün ifadesiyle “Zafer, zafer benimdir.” diyebilenindir.
Kanla sulanmış bu topraklar kırmızıya yeterince doydu.
Şimdi motorları maviliklere sürme zamanıdır,
Şimdi sağlık ve umut dolu yarınları hep birlikte kucaklama zamanıdır.
Sesime kulak veren sevgili dostlar,
Çanakkale’nin Belediye Başkanı olmanın gururuyla, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizin 106. Yıldönümünü kutluyorum.
Şehitler Günü’nde, Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, cephelerde yitirdiğimiz tüm şehitlerimizi, gazilerimizi ve ebediyete uğurladığımız tüm sağlık çalışanlarımızı şükranla ve saygıyla anıyorum.
Ülgür Gökhan
Belediye Başkanı
YORUMLAR