Reklam

Çanakkale Medyası Altın Madenlerindeydi

Çanakkale Medyası Altın Madenlerindeydi
21 Mayıs 2013 - 22:51

Çanakkale'de uzun zamandır altın madenleri konuşuluyor. Bugüne kadar bir yandan çevreci grubun söylediklerini dinledik, yazdık. Bir yandan da maden firmasının “Siz hiç altın madeni gördünüz mü?” sloganıyla çıktıkları yolda bölge köylerinden 300'e yakın kişinin Türkiye'deki altın madenlerine gidişini takip ettik. 

Kuzey Biga Madencilik yetkilileri bizlere de aynı çağrıyı yapıyordu. Ancak bizler gazeteciyiz, her şeyi daha ince ayrıntısına kadar sorgulamak isteriz. Bu nedenle çağrıyı hemen kabul etmedik. Bizlere Türkiye'deki başka firmaların işlettiği altın madenlerini göstermenin elbette bir yararı vardı. Genel anlamda altın madenciliğini görmüş olacaktık. Ama Kuzey Biga şirketinin Meksika'da işlettiği bir maden var ve bu maden de iki kez Meksika'da çevre ödülü almış.  Çanakkale'de altın madenciliği yapacak firmanın madencilik anlayışını, sorumluluk duygusunu ve titizliğini ölçerken diğer yandan da genel anlamda altın madenciliğini görmemiz mümkün olabilir mi diye düşündük. Kuzey Biga Madencilik bu önerimizi kabul etti.

Böyle başladı Çanakkale'den ve ulusal basından gazeteci arkadaşlarımızla Meksika Mulatos atın madenini görme seyahatimiz. 

İstanbul'a havaalanına gittiğimizde Halk TV'den bir gazetecinin de bizimle altın madenini yerinde görmeye gitmesi bu yolculukta çok şeylere şaşıracağımızı göstermişti. Galiba yerel siyaset ile ülke siyaseti daha farklı oluyor. Devlet yönetmeye talip olma her konuyu ciddiyetle araştırmayı zorluyor. Yani “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olmamak gerekiyor.

Bayramiç'ten bakınca Biga görünecek

Uzun bir yolculuktan sonra önce Los Angeles'a vardık. Sonraki gün Meksika'nın güzel bir kenti Hermesillo'ya ve buradan da küçük uçaklarla doğrudan Mulatos altın madenine indik. Uçak madene girmeden madenin üstünde küçük bir tur attığında ikinci bir şaşkınlıkla karşılaştık. Çanakkale'de bizlere öyle bir çevre tahribatından bahsediliyordu ki...  Koca dağı kaldırıp götürecekler, hatta Bayramiç'ten bakınca Biga gözükecek deniyordu. Gördüğümüz ise basit bir taş ocağı görünümünde küçük bir yer. Bu küçük yer için mi 17 saatlik uçak yolculuğu yaptık?

Alana indiğimizde önce her birimizin adı yazılmış iş güvenliği kıyafetleri verildi. Kıyafetler giyildikten sonra sahaya girişe izin veriliyor. Brifing odasına gittiğimizde herkesin ismine düzenlenmiş içinde madenle ilgili tüm bilgiler ve haritaların olduğu dosya verildi.

Toplantı başladığında ilk önce genel müdür olan kısa bir konuşma yaptı, sonrasında çevre mühendisi yasal süreçleri, maden müdürü madenin yapısını, halkla ilişkiler görevlileri çevre köylerle olan diyalogları, şirket doktoru madenin açılışından o güne kadar tıbbi istatistikleri aktardı. Bütün gazeteciler onca yolun acısını çıkarır gibi peş peşe sorular sorduk. İtiraf etmeliyim ki, hepimiz bir açık arıyorduk. Madenin açılışı ile bölgede kanser sayıları arttı mı? Siyanürden ölen oldu mu? Siyanür buharlaşıp çevreye asit yağmurları yağdı mı? Meksika'da devlete ne kadar pay veriliyor? Ücretler ne kadar? Kaç kişi çalışıyor? Muhalif partiler var mı? Götürdüğünüz dağları bizim geleceğimizi duyduğununuz içn geri mi getirdiniz? 5 başlı koyunları ne zaman göstereceksiniz? 2 bacağı olmayan kediler köpekler nerede? Açıkçası sorduğumuz sorular biraz garip geliyordu. Altın madeni dediğin orta boylu bir taş ocağı

Öyle önyargılarla gitmiştik ki maden gezisi başladığında yanımda bir gaz maskesi ve asit yağmurlarından korunmak için uygun giysiler istiyordum. Zaten uçakla sahaya inerken de çevrede onlarca ölüler, 5-6 başlı hayvanlar, asitlerden delik deşik olmuş ağaçlar aramam da bundandı. Gerçi Türkiye'de bir gecede kuruyan 10 bin zeytin ağacını söküp yerine yenisi diken firmaların olduğunu söyleyen büyüklerimizin sözlerini hatırlayınca koca Alamos bir gecede neden Meksika'yı yenilemesin ki? Elbette bizim geleceğimizi duyunca kenti ışıl ışıl yapmışlardı. Dağları dereleri yerine geri getirmişlerdi.

Toplantıdan sonra altın madenini görmeye yola çıktık. Maden sahasında ilk durağımız açık ocaktı. Burada 10 yıl önce başlayan hafriyat eski ocak, yeni ocak ve açılacak ocağı yukarıdan bize gösterdiler.

Böyle yazınca dünyanın diğer tarafından bir ucu gözüken dev çukurlar aklınıza gelmesin. Eni boyu 1000-1200 metre 100-200 metre yarım huni gibi bir şey. Ocak kademeli açılmış, yani taş ocakları gibi bir daha kapanmayacak şekilde değil.  Daha sonrasında kapama döneminde yandaki topografyaya benzer hale getirmek için ve güvenliği yüksek tutmak için.  Bazı yerler mavi kurdele ile bazı yerler kırmız kurdele ile işaretlenmiş. Kırmızı olan yerdeki kayaçlar 100 tonluk kamyonlarla taş kırma yerine mavi ile işaretlenmiş yerler ise pasa alanına gidiyor. Elin Meksikalısı nerede cevher var nerede yok biliyor.

20 metre ilerimizde siyanürlü su

Kamyonları izleyerek ilk taş kırma yerine geldik. Kamyon içindeki kayalar burada bir dizi kırma üniteleri ile misket büyüklüğüne kadar getiriliyor. Bir kırıcıdan diğerine taşıyıcı bantlarla taşınıyor. Her durakta maden müdürü uzun uzun ayrıntılı bilgiler veriyor ama hala siyanürden iz yoktu. Sonunda merakla beklediğimiz an geldi ve bizi siyanürün kullanıldığı alana getirdiler. 6-7 top sahası büyüklüğünde bir yer. Bir top sahası kadar büyüklük yerde 7 metre, bazı yerler 30-35 metre yüksekliğinde taşlar dizilmiş. Üstlerinde damlama boruları ve siyanürlü su damlatılıyor. Hemen yanında yeni bir yer hazırlanıyor. Membranlar döşenmiş, üstüne drenaj boruları yerleştirilmiş. Bir iş makinası taşıyıcı bantları hızaya sokuyor. Her taraf çalışan dolu. Ve 20 metre, 30 metre uzaklıkta siyanürlü su...  Şaşırtıcı şekilde kimseye bir şey olmuyor.

Sonraki durağımız siyanürlü karışımın toplandığı havuz oldu. Havuzun üstünde küçük toplar. Hava ile içinde altın bulunan havuzdaki suyu birbirinden ayrıyor. Buharlaşmayı ve kuşları güven altına alan ikinci önlem, birincisi güvenlik ise suyun pH'ını ayarlamakmış. Elin Meksikalısı bu basit önlemleri kullanıyor yani. 

Fındıkkabuğuna yapışan altın

Hemen yanındaki tesis sonraki durağımız oldu. 5-6 tane çelik tank havuzdan gelen suyu alıyor. Burası karbon tesisleriymiş. Orjinal adıyla ADR tesisleri. Tankların içi siyanürlü, altınlı, gümüşlü su ile dolu biz ise üstünde duruyoruz. Diplerinde yanmış fındık kabuğu var. Meğer en iyi karbon fındık kabuğuymuş. Ne işe yarıyor diye sorduk. Uzun bir kepçe ile diplerindeki simsiyah çörek otu gibi küçük fındık kabuklarını çıkardılar. Sonunda uzaktan gördüğümüz siyanürü, findık kabuklarına bulaşmış olarak elimizde inceledik.  Kabukların içinde altın aradık.  Bu kabuklar daha sonra ısıtılarak buna yapışan metaller ıslak kum şeklinde ortaya çıkıyor.

Son olarak da işin en güzel kısmı olan altının dökülmesi kısmına geldik. Yüksek güvenlikli bir odaya girdik. İçeride bir köşede kuzine sobası gibi bir fırın. 3000 derecelik bir alev, ıslak kum şeklindeki metalleri eriyor. Üstlerinde aleve dayanıklı kıyafeti olan iki çalışan. Biri fırının altına küçük tekerlekli bir araba üstünde külçe kalıbını itekliyor, diğeri fırında erimiş alev topu şeklindeki lavı kalıba döküyor. Kalıp kenar çekildikten 1 dakika sonra içinde sarı ışıl ışıl parlayan altın görünüyor. İyice soğuduktan sonra bu külçeyi kucağımıza verdiler. Bambaşka ve oldukça ağır bir duyguydu.

Çok gezen mi, çok konuşan mı bilir?

Ne zahmetli işmiş altının yolculuğu. Önce yer altında kayaların içinden gizlendiği yerleri buluyorlar, sonra kayaları uzun çalışmalarla kırıp bir sahaya diziyorlar ve siyanürlü karışım ile kayadan altını suya geçiriyorlar. Sonra bu sudan karbon ile başka bir katı maddeye geçiriyorlar. Sonra bunu yakıp altını elde ediyorlar. Ama hala daha sarı renkte bir metal yok ortada. Çamur şeklindeki karışımı bu kez 3000 derecede eritip külçe dore şekline geliyor. Her biri ortalama 25 kg ağırlığındaki bu külçelerden altın ve gümüşü ayırmak için rafinerilere gönderiliyorlar. Ancak bundan sonra saf altın ortaya çıkıyor. Yani bir gram altın yaklaşık 12 ay sonra kayaçların içinde çıkıp devletlerin kasalarına, tıbbi cihazların içine ve kuyumcuların raflarına girmeye hazır oluyor.

Maden sahasının hemen yanındaki Mulatos isimli köyü gördük. Garip gelecek ama hala insanlar yaşıyor orada.  Meksika'dan ayrıldığımızda kafamızdaki sorulara yanıt bulmuştuk. Siyanürün kullanıldığı alanın nasıl yeşillendirildiğini öncesinde toprağın tamamen arınana kadar yıkandığını öğrenmiş olduk. Bu arada maden müdürünün hamilelik sürecinin 8 ayını burada tamamladığını ve oldukça sağlıklı bir çocuk dünyaya getirdiğini öğrendik.

Bu gezi sonucunda tüm gazeteci arkadaşlarımız ile birlikte vardığımız ortak kanı ise Altın Madenciliğinin diğer madenciliklerden pek de farklı olmadığı hatta güvenlik konusunda çok daha ileri düzeyde olduğuydu. Maden alanı ve kamp alanındaki güvenlik önlemlerini gördükten sonra ise “Bu iş Çanakkale'de olur hem de çok güzel olur” demekten kendimizi alamadık.  








YORUMLAR

  • 0 Yorum