Öğretmenlerden İş Bırakma Eylemi
Türkiye
genelinde olduğu gibi Çan'da da ilkokul, ortaokul ve liselerde görev yapan
öğretmenler bir günlük iş bırakma eylemi yaptı. Türk Eğitim-Sen, Eğitim-İş ve
Eğitim-Sen üyesi öğretmenler Atatürk Meydanı'nda yaptıkları eylemle özlük,
ekonomik ve sosyal haklar konusundaki taleplerini dile getirdi.
Öğretmenevi'nde
toplanan yaklaşık 100 öğretmen topluca yürüyerek Atatürk Şehir Meydanı'na
geldi. Buradaki eylemde saygı duruşu yapılarak İstiklal Marşımızın
söylenmesinin ardından, Türk Eğitim-Sen Çan Temsilcisi Ahmet Meydan, Eğitim-İş
Çan Temsilcisi Murat Candemir ve Eğitim-Sen Çan Temsilcisi Ramazan Damar
hazırlanan ortak basın açıklamasını okudular.
24
Eylül'ün bir uyarı günü olduğu belirtilen basın açıklamasında uyarılarının
dikkate alınmaması halinde sürekli eylemlilik sürecinin başlatılacağı da
kaydedildi.
Türk
Eğitim-Sen, Eğitim-İş ve Eğitim Sen-İn' ortak basın açıklaması şöyle: Bugün,
milli eğitimdeki haksızlıklara, hukuk tanımazlığa, adam kayırmalara karşı
isyanın doruğa çıktığı gündür.
Bugün,
Hz. Ömer in adaletini elinin tersiyle itenlere, milli eğitimde ayrımcılık
yapanlara makamların, yandaşlara, torpillilere, gasp edilmesinin peşkeş
çekilmesinedur denildiği gündür.
Bugün,
eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarının gasp edilmesinin,
öğretmenlerin itibar kaybetmesine neden olan uygulamaların, akademik zam sözü
verilmesine rağmen bu sözünün arkasında durmayanların, çalışanlara enflasyon
farkını dahi çok görenlerin, gelir dağılımındaki adaletsizliğin protesto
edildiği gündür.
Bugün
tüm Türkiye genelinde sendikacılığın standartlarını taşıyan sendikaların da
desteğiyle iş bırakıyoruz. Okullarımızda
bugün ziller çalmıyor, eğitim çalışanları işbaşı yapmıyor.
Bugün
yandaş yönetici atamalarına hayır demek için, Sendikamızın
nöbet ücretleri ile ilgili 6 saat ek ders talebinin yerine getirilmesi için, Eğitim
çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları için, İlk
defa alamadığımız enflasyon farkı için, Üniversite
çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları için, 4/C'lilerin
kadroya alınması için,
Taşeronlaşmaya
karşı durmak için, Akademik
zam sözünün yerine getirilmesi için, Özel
okulları teşvik edip, imkânsızlıklarla cebelleşen devlet okullarına üvey evlat
muamelesi yapıldığı için, Öğretmenlerin
ve diğer eğitim çalışanlarının kaybettiği itibarları için,
Daha
demokratik üniversite için alanlardayız!
Bilindiği
gibi okullarda yöneticiler birer birer tasfiye ediliyor. Bilgisi, birikimi,
ödülleri ve başarıları ile adından söz ettiren, okulu TEOG'da, üniversite
sınavlarında başarılı olan, öğrenciler, öğretmenler ve veliler tarafından
takdirle karşılanan, okulunu zirveye taşıyan okul müdürleri, sırf siyasi
iktidarın kapı kulu olmadıkları için, sırf MEB yetkilileri istemediği için
görevlerine son verildi. Onların yerine masa başı ilişkileri, akrabalık,
dostluk, yandaş sendika, siyaset ilişkileri güçlü olanlar,görevlendiriliyor.
Görev
süresi uzatılacak müdürleri kendilerine biat edenlerden, ideolojisi ve siyasi
duruşu iktidara yakın olanlardan seçtiler.
Bir
de malum bir sendika var. Siz onu biliyorsunuz. O sendikayla AKP ilçe
teşkilatları istediği okul müdürlerinin listelerini hazırladı. İşte böylesine
ahlaksız, böylesine arsız, böylesine rezil bir dönem yaşıyoruz.
.
Okul müdürlerini idam edenler hakkında suç duyurusunda bulunduk. Valiliklere
idari soruşturmalar açılması için dilekçeler verdik. Bakalım bu
soruşturmalardan ne sonuç çıkacak? Soruşturmalar amacına hizmet edecek mi,
yoksa okul müdürlerini idam edenler herhangi bir ceza almadan yollarına devam
edecek mi? Şayet soruşturmalarda şaibeler tespit edersek, soruşturmayı
yapanlarında yakasına yapışacağız!
Adaletli
yönetici görevlendirme sözlü sınavla mı olur? Sendika temsilcilerinin
bulunmadığı komisyonların yapacağı ve ölçülebilir kriterlere sahip olmayan
sözlü sınavlar kabul etmiyoruz.
Çok
açık söylüyorum ki; MEB'in bu ötekileştiren anlayışını kökünden reddediyoruz.
MEB kimilerine ana baba şefkatiyle yaklaşırken, onları sıcak kolları arasında
semirtirken; kendisinden olmayanları ayrık otu olarak görerek, onlara zulüm
etmektedir;
Milli
eğitimde yaşanan sorunlar sadece kadrolaşmayla ilgili değildir. Eğitim
çalışanları angarya görevlerle mağdur edilmektedir. Şöyle ki; öğretmenlerin
nöbet hizmeti bulunmaktadır. Ancak asıl işi eğitim hizmeti olan öğretmenler,
sorumluluğu çok geniş olan nöbet hizmetinin karşılığı olarak ek bir ücret
alamamaktadır.
Bu
durum hem iç hukuka ve uluslararası mevzuata hem de hakkaniyet anlayışına
aykırıdır.
Sendikalarımızın
nöbet ücretleri ile ilgili olarak uzun zamandır ortaya koyduğu bir talebi
vardı. Bu talep, öğretmenlerimizin okulda yürüttükleri nöbet hizmetleri
karşılığında 6 saat ek ders talebiydi.
Hatta
bununla ilgili dilekçeler hazırladık ve bu dilekçeler şubelerimiz tarafından
MEB'e gönderildi.
Aradan
geçen sürede bu talebe kulak verilmedi. Çünkü MEB çok daha mühim (!) işlerle
uğraşıyor. Mesela kadrolaşıyor, mesela öğretmenleri okul okul sürmeye
hazırlanıyor, mesela eğitim çalışanlarının haklarını nasıl gasp ederim diye
düşünüyor
Öğretmenlerin,
akademisyenlerin ve diğer tüm eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal hakları
da giderek zafiyete uğramaktadır. Oysa bir toplumun ancak ve ancak eğitim ile
kalkınabileceği göz önüne alındığında; öğretmenlerin, akademisyenlerin, eğitim
çalışanlarının, üniversite çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarını dünya
ülkeleri seviyesine çıkarmak, onların insanca ücretlerle yaşamasını sağlamak bu
ülkeyi yönetenlerin en asli görevlerinden biridir.
Ancak
ülkemizde bazı kesimler el üstünde tutulurken, zenginliklerine zenginlik
katarken, eğitimin temel unsurları yok sayılmaktadır. Bildiğiniz gibi 2013
yılında yapılan skandal olarak nitelendirdiğimiz bir toplu sözleşme dönemi
geçirdik. Çalışanlar, Temmuz ayında zamlı maaş alamamış, 2014 yılında sadece
123 TL, 2015 yılı için ise yüzde 3+3 zamla yetinmek zorunda kalmıştır.
Çalışanlar,
2014 yılında enflasyon farkı alamadıkları gibi, aile ve çocuk yardımlarına
artış yapılmamış, ek ders ücretleri yerinde saymıştır. Kısacası 2014 ve 2015
yılları öğretmenler, akademisyenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler,
üniversite çalışanları v.b. eğitim çalışanları için kayıp yıllardır.
Öğretmenlere,
eğitim-öğretim ödeneği kapsamında 75+75 TL zam yapılmıştır ancak bu miktar, 666
sayılı KHK ile yapılan iyileştirme uygulaması sonucundaki kayıpları karşılamak için
hiç yeterli olmamıştır. Çünkü hatırlanacağı üzere 666 sayılı KHK ile yapılan ve
öğretmenlerle akademisyenlerin kapsam dışı bırakıldığı düzenleme ile 430 TL ile
1400 TL arasında değişen miktarlarda iyileştirmeler yapılmıştı. 2 milyon 600
bin kamu çalışanı bu şekilde mağdur edilirken, Hükümet HSYK seçimleri öncesinde
adeta rüşvet dağıtır gibi hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapmıştır.
Eğitim
çalışanlarına ve diğer memurlara küçük artışları bile çok gören, enflasyon
zammı yapmaktan kaçan, eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin tüm eğitim
çalışanlarına verilmesi talebimizi elinin tersiyle iten, akademisyenlere zam
sözü verilmesine rağmen; aylardır bu sözün gereğini yerine getirmeyenlerin sıra
hâkim ve savcılara gelince sırf oy devşirmek için kesenin ağzını açması hangi
ahlaki yönetim anlayışına sığar?
Eğitim
çalışanları toplumda giderek itibar kaybetmektedir. Özellikle öğrencilerin
kendilerine rol model aldığı öğretmenlerimiz, artık Bakanlığın yanlış
politikalarından dolayı değersizleştirilmekte ve etkisizleştirilmektedir.
Öğretmeni cezalandıran, öğrenci üzerindeki etkisini azaltan, öğretmenleri
yoksullaştıran, onların özlük haklarını gasp eden uygulamalar toplumdaki
saygınlıklarının azalmasına neden olmuştur.
Akademisyenlere
bir yandan zam sözleri verilirken, diğer yandan üniversite geliştirme
ödeneğinin kaldırılacağına dair haberler kamuoyu gündeminde yankılanmaktadır.
Bu nasıl bir çelişkidir? Sendika olarak bunu kabul etmiyoruz. Kazanılmış
hakların gasp edilmesine seyirci kalamayız. Üniversitelerin toplumun aynası
olduğunu düşündüğümüzde, akademisyenlerimizin insanca yaşayabilecekleri, geçim
derdini düşünmeyecekleri ve bunun yanı sıra kendilerini geliştirebilecekleri
ücretler alması hayat memat meselesidir.
Üniversiteler,demokrasinin
beşiği olması gereken kurumlardır.Ancak YÖK'ün baskısı ve otoritesi,
üniversitelerin siyasi etkilere maruz kalması, üniversite çalışanlarının ve
akademisyenlerin özgür bir ortamda çalışamamaları, engellenmektedir.
Öte
yandan 4/C statüsünde modern kölelik yaygınlaştırılmıştır. Bu uygulama çalışma
hayatının en rezil uygulamasıdır. Özelleştirme mağduru olan çalışanların, işten
çıkarılmalarının ardından önlerine konulan seçenek, ya işsizlik ya da karın
tokluğuna, güvencesiz bir şekilde çalıştırılmak olmuştur. 23 bin 4/C'li çalışan
vardır. Bu insanları kadroya geçirmek atla deve değildir. Bazı kesimler her ne
kadar 4/C'lileri kadroya geçirmeyi popülist bir yaklaşım olarak görseler de, bu
doğru değildir. Bu insanlara daha önceden verilmiş kadro sözü vardır.Toplu
sözleşme sürecinde ve sonrasındaki Kamu Personeli Danışma Kurulu
toplantılarında 4/C'li çalışanların kadroya geçirilmesine ve statülerinin
iyileştirilmesine yönelik çalışmaların yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Tüm
bunlara rağmen hala bu insanlar yok sayılıyorsa, bu anlayışa yuh olsun!
Taşeronlaşma
almış başını gitmektedir. Kamuda taşeron çalışan insanların sayısı 2002 yılında
10 bin civarında iken, bugün belediyelerde dahil edildiğinde 2 milyon 500 bine
ulaşmıştır. Maliyetleri düşürmek, ucuz ve iş güvencesiz insan çalıştırmak anlamına
gelen taşeronlaşma çalışma hayatını tehdit etmektedir.
Bu
iktidarı döneminde tavan yapan taşeronlaşma insan sömürmenin diğer adıdır.
İktidar yaptığı düzenlemelerle taşeronlaşmayı meşrulaştırmıştır.
Amaç
çok açıktır: İş güvencesiz taşeron memur modeli çalışma hayatına
yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Taşeronlaşma ne yazık ki eğitim hayatına da
bulaştırılmıştır. temizlik hizmetini taşeron firmalardan almaktadır. Oysa
hizmetli personel eğitim hizmetinin asıl unsurlarıdır ve bu personelin
kesinlikle kadrolu olarak istihdam edilmesi çok önemlidir. Hizmetli ve
memurlarımızın yıllardır biriken sorunlarını çözmek, başta görev tanımı ve
görevde yükselme taleplerini karşılamak dururken, taşeronlaşmanın bu alana
kadar genişlemesi MEB adına büyük bir vahamettir.
Görüldüğü
üzere eğitimin tonlarca sorunu ve bu sorunları çözmekten uzak bir siyaset
anlayışı bulunmaktadır. Eğitimine önem vermeyen, eğitimcisini siyasi
ihtirasları uğruna bir kalemde harcayan, katılımcılık yerine, benim dediğim
olacak anlayışını dikte ettiren, nitelikli eğitimi sağlamak yerine kendisi
gibi düşünmeyenlere ayak kaydırma operasyonu yapanlar, bugün MEB'i batağa
saplamıştır. Bizim amacımız üzüm yemektir. Hiçbir tavrımızı siyasi
mülahazalarla ortaya koymuyoruz. Tek derdimiz eğitim çalışanlarının daha
huzurlu ve eğitim hizmetinin verimli olmasıdır. Kim yaparsa yapsın doğruların
hep destekçisi olacak; kimden gelirse gelsin yanlışların karşısına kaya gibi
dikileceğiz.
Sendikalarımızın
bu eylemi bir uyarı niteliğindedir. Bu ülkeyi yönetenler aklını başına
almalıdır. Aksi taktirde bu eylemlerimizin sonu olmayacak, sürekli eylemlilik
süreci başlatılacaktır. En kısa sürede taleplerimize cevap bekliyoruz,
alacağımız cevap eylemlerimizi de şekillendirecektir. Biz sözümüzü söyledik,
duyan duymayan kalmasın!
YORUMLAR