Hala, o acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Hala oturmuş 10 Kasım’larda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum uyanın, uyanın!
Uluslar fethine çıkıyor, uzak diyarların…
Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız;
Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saclarınızı… Kitaplar…
Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar…
Mustafa Kemal’i anlamak ağlamak değil
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.”
Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümünde, bu büyük devlet adamı’nın yaptıklarını,
yapmak istediklerini ve düşüncelerini gelin bir kez daha anlamaya çalışalım
Çanakkale Savaşları’nda genç bir subaydır Mustafa Kemal. Yılla sonra bu savaşı
şöyle anlatıyor: “Bomba sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı
siperler arasındaki mesafe sekiz metre yani ölüm muhakkak… Birinci
siperdekiler, hiçbirisi kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkinciler onların
yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir soğukkanlılıkla ve
güvenlilikle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini
biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak
bilenler elinde Kur’an-ı kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler
şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete
değer ve tebrike yaraşır bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale
savaşları’nı kazanan bu yüksek ruhtur. ”
İşte Mustafa Kemal, ruh dünyası bu kadar zengin bir devlet adamıdır.
İngiliz, Fransız ve Avustralya’dan kalkıp Çanakkale’ye gelen, Mehmetçiklerle
çarpışan ve bu topraklarda hayatını kaybeden düşman askerleri için şöyle diyor
Mustafa Kemal: “Ey bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken
kahramanlar.! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde
uyuyunuz Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan
evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız
bizim bağrımızdadırlar. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat
uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim
evlatlarımız olmuşlardır.”
İşte Mustafa Kemal, böylesine insan sevgiyle dopdolu bir kahramandır.
Birinci İnönü Savaşı kazanılmış, kuva-i Milliye’nin başıbozuk dönemi sona
ermişti. Ordu ve meclis otoritesi kurulmuştu. Fransız, İtalyan ve yunan
delegeleriyle Londra konferansı yapılıyordu. Konferansa İstanbul hükümeti davet
edilmişti. ”Kimdir bu Mustafa kemal, ne istiyor bir görelim” diye Ankara
hükümetinde de bir temsilci çağrılmıştı. Bu davete verdiği cevap onun sıyası
dirayetini ve kararlılığını gösteriyordu: “bu konferansa tek şartla
katılabiliriz. O da Milli Devletin kayıtsız, şartsız tanınmasıdır. Aksi halde
kesinlikle toplantıya katılmıyoruz.” Diye cevap vermişti.
Mustafa Kemal, işte böyle, kararlı ve ne yaptığını bilen bir devlet adamıydı.
Cumhuriyet’i ilan etme düşüncesini etrafındaki insanlarla paylaştığı zaman O’na
“halefi ol, padişah ol, Kral ol, diye teklifler yapılmıştı. Bütün güç
elindeydi, olabilirdi, ama olmadı. Çünkü O, Cumhuriyet’i istiyordu. Bu
Cumhuriyet sayesindedir ki, Anandolu’lu bir köylü çocuğu halkın güvenini aldığı
takdirde, devletin en üst noktasına gelebilmektedir.
İşte Mustafa Kemal Böyle bir anlayışın temsilcisiydi.
29 Ekim 1933’te Cumhuriyetin onuncu yılında yaptığı tarihi konuşmasının şu
bolumu onun ileri görüşlülüğünün bugüne yansımasıdır.
“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komsumuzdur, müttefikimizdir. Bu
dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını bugünden kimse
kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya Macaristan gibi (Sovyetler de )
parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler
avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman
Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, özü
bir kardeşlerimiz var. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız
o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır
Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih
bir köprüdür…”
Mustafa Kemal 30’lu yıllarda bunları söylerken, 90’lı yıllarda Sovyetler
Birliği dağılırken, Türkiye hazırlıklımıydı? Soydaşlarımıza sahip çıkabildik
mi? Manevi köprülerimizi sağlam kurabildik mi?
İşte Mustafa Kemal böyle bir liderdi.
Mustafa Kemal, Ortadoğu’daki savaşların ve ızdırapların kaynağı nefis bir
tespitle şöyle anlatıyordu. “Arapların Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu
sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa
emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Bu esaret bütün
acımasızlığı ile bugünde devam ediyor.
İşte Mustafa Kemal böyle geniş ufuklu bir insandır.
Mustafa Kemal Paşa rahatsız, hastalığı ilerlemiş vazıyette, zaman zaman
kendinden geçiyor… Hatay İli anavatana katılacak. Hatay meclisinde konu
hararetle tartışılıyor. Atatürk kendine geldikçe,”Hatay ne oldu, Anavatana
katıldı mı?” diye soruyor. Mustafa Kemal ölüm döşeğinde Hatay’ın anavatana
katılmasını düşünüyor.
İşte Mustafa Kemal son nefesinde bile vatanın birliğini, bütünlüğünü
düşünüyordu.
Edip Ayel:
“Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldu,
Türk ırkı’nın en son, ulu peygamberi oldun
Tutsak seni layık, yüce tanrı’yla müsavi,
toprak olmaz, kalp doğabilmişse semavi
Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez. ”
diyor, aruzun tumturaklı kalıplarıyla Türk Edebiyatı’nın en muhteşem
dalkavukluk örneğini ortaya koyuyordu.
Hâlbuki Atatürk şu sözleriyle bu dalkavukluğa adeta isyan eder gibiydi.
”Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye cumhuriyeti
ilelebet payidar kalacaktır.”
Kahramanlar ve liderler gelip geçicidir. Önemli olan eserlerdir, fikirlerdir.
Mustafa Kemal’i sonsuza kadar yaşatmanın yolu, “en büyük eserim” dediği Türkiye
Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatmakla mümkündür.
Yaklaşık 90 yıldır Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde Türk Milleti savaşsız bir
dönem geçirmektedir. Şu halde Atatürk demek:”Yurtta barış, cihanda barış”
demektir.
Bu da bizim anladığımız “Mustafa”dır
Ruhu şad olsun…
YORUMLAR