‘Şehitler Günü’nü anmak, Çanakkale Destanı’nı anlamak için ‘Anadolu’nun değerini bilmek gerekir. Çünkü çok önemli bir coğrafyada yaşıyoruz. Anadolu’yu vatan edindiğimiz bin yıldan beri dertsiz, sıkıntısız bir hayat süremedik. Bu topraklar jeopolitik yönü çok yüksek, kendine özgü tarihi ve kültürü olan, insan dokusu farklı, inanç yapısı ayrı bir ülkedir. Bu coğrafyanın bedelini ödemeyenler, bu bölgede yaşayamazlar.
Napolyon: “Dünya tek bir devlet olsa, merkezi İstanbul olurdu. Şunu unutmayın ki İstanbul’a hâkim olan, cihana hâkim olabilir.” Diyor.
Lord Gurzon, 1919’da İngiliz kabinesinde Türklerin İstanbul’dan atılmasını savunurken, “Eyüp gibi birkaç mekân hariç, İstanbul’un Türk ve Müslüman karakterine sahip bir şehir olmadığını” söylemişti!
Ömründe İstanbul’u hiç görmemiş olan Gurzon’un bu hezeyanının amacı nedir?
Tekrar ediyorum, Anadolu pahalı bir ülkedir.
Türk milleti bu ülkenin bedelini en son Çanakkale’de ve Sakarya’da şehitlerin kanıyla ödemiş ve ödemeye de devam etmektedir.
Basiretsiz idareciler marifetiyle, üç kıtada hüküm sürmüş bir devlet yok olmakla karşı karşıya gelmiştir.
Şair ne güzel ifade etmiş olayı:
“Üç tuğlu vezir olurdu evvel,
Üç tüylüsü peyda oldu şimdi.
Üç tuğ ile üç tüyü kıyas et,
Devlet ne idi ne oldu şimdi.”
Üç tuğdan üç tüye düşmüştük. Balkanlar elimizden çıkmış, Birinci Cihan Harbi’nde düşman Çanakkale’ye dayanmıştı.
Kan ile boyanmayan kumaştan bayrak, şehidi olmayan topraktan vatan olamazdı.
Bu nedenle şair:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, uğrunda ölen varsa vatandır.” diyor.
Burası Anadolu, burası bizim vatanımız…
Nice koçyiğitlerin uğrunda can verdiği, nice soylu kahramanların üzerinde şehit düştüğü, nice anaların kınalı kuzularına ağıt yaktığı, gözyaşı döktüğü kutsal toprak Anadolu.
“Benim eşsiz güzel yurdum…
Yurtlar şahı güzel yurdum…
Türk’ü türkü kokan yurdum…
Ana dolu Anadolu’m…”
Türk milleti senin bedelini sadece Çanakkale’de:
“Her ay 29 bin 291 gencimizin,
Her gün 976 askerimizin,
Her saat 40 Mehmetçiğin,
Her iki dakikada 3 kahramanımızın toprağa düştüğü bir destanla,”
253 bin vatan evladının şehit olduğu, meleklere karıştığı, Peygamberle buluştuğu, Tanrı’ya ulaştığı bir destanla ödemeye çalışmıştır.
Metrekareye 6 bin merminin düştüğü, bir Mehmetçik bedenine 3 bin kurşunun isabet ettiği bir destan…
Başka hangi toprakta var böyle bir destan?!
Tarihin ayağa kalktığı, toprağın selam durduğu, denizin kandan kırmızı halı ördüğü, ağaçların secdeye vardığı, göklerin alkış tuttuğu, düşmanın gözünün korktuğu bir destan… İşte Çanakkale Destanı…
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda,
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
“Binler, yanında gazi; binler ardında şehit;
Bu topraklar Anadolu, bu topraklar yiğit…”
“Eş hele bir dağları örten karı
Ot değil onlar, dedenin saçları!
Dinle, şehit sesleridir, rüzgârı!”
Sen şehit oğlusun yazıktır, incitme atanı!
Biz şehitler coğrafyasının çocukları, şehitler medeniyetinin nesilleri, şehitler kültürünün evlatlarıyız. Şehit caddeleri, şehit sokakları, şehit okulları, şehit çeşmeleri, şehit camileri, şehit abideleri, Anadolu medeniyetinin temel taşlarıdır.
Şehit Hamza’lar, Şehit Ali’ler, şehit Hüseyin’ler, şehit Kamil’ler, Şehit Mustafa’lar, Şehit Mehmetler ruh dünyamızın teselli kaynaklarıdır.
Çanakkale türküleri, Yemen ezgileri, Tuna mersiyeleri şehitlerimizi ölümsüzleştiren onur belgelerimizdir.
“Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş’tular,
Üç alayla burada gönülden vuruştular.
Düşman tümen sanırdı! Bu şaheserleri,
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular.”
Burada şunu da ifade etmeliyim ki:
“19. Tümen Kumandanı Yarbay Mustafa Kemal’in Dünya Harp Tarihi’nde ender rastlanan; 57. Alay’a verdiği şu emir savaşın kaderini değiştirmiştir:
‘Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum. Bizler ölene kadar yerimize yeni kuvvetler ve komutanlar gelecektir.”
Çanakkale’yi destanlaştıran ruh işte budur.
Churcill, savaş sonrasında mağlubiyetinin hesabını verirken, öfkeli mahkeme heyetinin suçlayıcı sorularına şöyle cevap vermiştir:
“Anlamıyor musunuz; biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah ile harp ettik!.. Tabii ki yenildik.”
İşte ‘Çanakkale Destanı’ budur…
Bu destanı yazanlara bizim sadece minnet borcumuz vardır. Ve biz şehitlerin bıraktığı bu mirası harcamakla meşgulüz!..
Çanakkale Destanı, dünyanın en acımasız istilacılarına karşı verilmiş bir savunma destanıdır. Çanakkale Destanı’nı yazan kadro İstiklal Harbi’ni de kazanan kadrodur. Bu zafer olmasaydı Kurtuluş Savaşı’na giden yol açılamazdı. Çanakkale Zaferi olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı.
Şu halde Çanakkale Destanı ve İstiklal Harbi birbirinin alternatifi değil, birbirini tamamlayan zaferlerdir.
Zaman zaman Çanakkale Destanı ve İstiklal Harbi’ni, Şehitler Abidesi’yle Anıtkabir’i karşı karşıya getirmek isteyenler çıkabiliyor. Bu çarpık anlayışı seslendirenler ne yaptıklarını bilmiyorlar…
Bu millet; Çanakkale Destanı’yla coşan, 30 Ağustos’la sevinen, Conkbayırı, Kanlısırt’la gurur duyan, Sakarya Zaferi ile kendini bulan, şehitler adına Abide diken, Gazi Mustafa Kemal’i yaşatmak için Anıtkabir inşa eden, tarihine ve geçmişine sahip çıkan bir Ulus’tur.
Değerlerini karşı karşıya geçiren bir milletin geleceği olamaz. Tarihi olayları karşı karşıya getirmek yerine ibret almalıyız.
Şu noktaya da özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Çanakkale Savaşlarında, şehitlerin ruhları, görünmeyen güçler, yeşil cübbeli ermişler gelip düşmanla savaştılar mı? Bulutlar gelip İngiliz askerlerini götürdüler mi?
Bu tür savaşları tabulaştırarak, insan gücünün üstünde bir anlam vermeye çalışmak; öncelikle askerlerimizin cesaretini, kahramanlığını; komutanlarımızın harp yeteneklerini, savaş stratejilerini; gazilerimizin alın terini, şehitlerimizin mübarek kanını hiçe saymak, yok kabul etmektir. Bu tür yanlış anlayışlarla şehitlerin gazilerin emeklerini yeşil cübbelilere peşkeş çekmek kime zarar veriyor? Türk askerine mi, düşmanlarına mı?
Bu ülkeyi bize emanet eden şehitlerimizi, Gazi Mustafa Kemal’i, silah arkadaşlarını, 57. Alay şehitlerini rahmetle anıyorum.
YORUMLAR