27 Haziran 2002 tarih ve 4768 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, TBMM’nin kabul ettiği kanuna göre ülkemizde 18 Mart Şehitler Günü, 19 Eylül de Gaziler Günü olarak törenle kutlanacaktır.
Bilindiği gibi 18 Mart, 250 bin şehide mal olmuş bir destandır. Hem de dünya çapında vatanı savunma destanı. Bu destan ‘Çanakkale Geçilmez’ gerçeğini altın harflerle tarihi kazımıştır. Dolayısıyla Şehitler Günü olarak kutlanmayı anasının ak sütü gibi hak etmektedir.
19 Eylül Gaziler Günü’ne gelince:
Türk Milleti’nin ölüm kalım mücadelesi olan Sakarya Meydan Savaşı’nın ardından gelen zaferle Anadolu’nun Türk yurdu olduğu süngüyle dünyaya ilan edilmişti. Bu zafer, büyük önder Mustafa Kemal Paşa’nın üstün komutası ve harp stratejisiyle dünyanın en güçlü müstevlilerine karşı kazanılmıştı. Türk Ulusu esir olamayacağına bir kez daha ispatlamıştı, hem de kanı pahasına.
Zaferden hemen sonra Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Batıcephesi Komutanı İsmet Paşa, Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na çektikleri bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya ‘Mareşallik’ rütbesi ve ‘Gazilik’ unvanı verilmesini teklif etmişlerdir.
Bunun üzerine B.M.M. 19 Eylül 1921’de kabul ettiği bir kanunla, Mustafa Kemal Paşa’ya Türk Milleti’nin şükran duygularının bir ifadesi olarak ‘Mareşallik’ rütbesiyle ‘Gazilik’ unvanını verdi.
Böylece Mustafa Kemal Atatürk’e ‘Mareşallik’ rütbesiyle ‘Gazilik’ unvanının verildiği 19 Eylül günü bundan böyle ‘Gaziler Günü’ olarak törenlerle kutlanacaktır.
Bugün büyük coşkuyla kutladığımız bu anlamlı günün gazilerimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Neden Gaziler Günü?
Nedir Gazilik?
Önce AnaBritannica’dan kavramının tanımına bakalım:
Gazi, İslam’da Allah yolunda savaşanlara verilen bir unvandır.
Başlangıçta Hz.Muhammed’in İslam devletini korumak amacıyla yaptığı savaşlara katılanlara gazi deniyordu. Dört Halife, Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde İslam ordularına komuta edenler ‘Gaza Komutanı’ anlamında bu unvanı taşıyordu. Savaşlarda kahramanlık gösterenler ve yaralananlar da gazi namıyla anlıyorlardı. Ortaçağ boyunca savaşa gitmeleri kural olan Müslüman hükümdarlar da birer gaziydi.
Daha sonraları gazilik unvanı kadın olsun, erkek olsun, yaralansın, yaralanmasın savaşa katılan herkese verilen bir unvan olarak kullanılmaya başladı.
Vatanı, şerefi, namusu, hukuku, insanlığı korumak en kutsal, en onurlu görevidir. Kur’an-ı Kerim insanlara bu kutsal değerleri koruma görevi vermiştir. Bu görevi yerine getirenleri övmüş, bu uğurda ölenleri cennetle ödüllendirmiştir. Kutlu Elçi’de ‘vatanı korumak için Allah yolunda gazaya gidenlerden geri kalmamak istediğini’ hadislerde vurgulamaktadır. Ayrıca Hz.Peygamber ‘savaştan kaçmayı en büyük günahlardan biri olarak’ anlatmaktadır.
Şu halde üzerinde yaşadığımız, anıları paylaştığımız vatanı sevmek ve korumak en önemli görevlerimiz arasındadır.
Çünkü;
“Vatan, uğrunda ölenlerin kanlarıyla kurulmuş en muhkem yapı, en sağlam kale, en kudsi topraktır.
Vatan, rüzgarlarında milli havaların estiği,ırmaklarında coşkun destanların taştığı,göklerinde hür kartalların uçtuğu,yaylalarında renk renk çiçeklerin açtığı,dağlarında keskin buzulları,karların,kayaların vakur manzarasının görüldüğü,toprağındaki her gölgenin üzerinde bayrak denen milli değerin dalgalandığı bir yerdir.
Vatan,en veciz bir söz,en içli bir name,en güzel bir şiirdir.”
“Bunun için Orhan ŞAİK:
‘Her taşı bir Yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.’diyor. Yine bunun için Mehmet Akif:
‘Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda’diyor.
Bunun için: analar oğullarını cephelere’Ya Şehit Ol,Ya Gazi’diye gönderiyorlardı.”
Bu bakımdan Şehitlik ve Gazilik,milletimizin kucaklaşmak için can attıkları onurlu bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu erdemli ruh duygusuyla şairler:
”Yılmam ölümden,Yaradan,Askerim,
Orduma Gazi dedi Peygamberim,
Bir dileğim var ölüm isterim
Yurduma tek düşman ayak basmasın.” Diye haykırmışlardır.
Bu millet,gazilerini anaları ile heyecanlanmakta,şehitleriyle ayakta durmakta,şehit kanlarıyla sulanmış ve kutsallaşmış topraklar üzerinde yaşamaktadır.
Bu bereketli topraklar,Peygamber övgüsüne muhatap olmuş,Eyüp Sultanı bağrıma basmış,Ahmet Yesevi’nin hoşgörüsünü görmüş,Yunus Emre’nin sazını dinlemiş,Hacı Bektaşi Velinin sözünü duymuş,Mevlana gibi insanlık için dönmüş,Osman Gazi’yi Söğüt ovasında büyütmüş,Mustafa Kemal Paşa’yı “Ya İstiklal! Ya Ölüm !” diye kükretmiş,Aşık Veyseli toprakla kucaklaştırmış,Binlerce şehit ve gazinin mezarı olmuş kutlu bir yurt,Anadolu’dur.
Bu bakımdan bu toprakları korumak ve yüceltmek için gazaya çıkmak,gazi olmak,şehit düşmek en büyük rütbedir. Bu rütbeyi imanımızın,ruhumuzun,kimliğimizin bir ifadesidir. Bu rütbeyle Tanrı huzurunda bulunmak hayatımızın gayesidir. Yaşatma aşkında olmayanlar yaşamın zevkini tadamazlar. Şehitlik ve gazilik yaşatma zevkine ererek,ebedi yaşama mutluluğunu yakalamaktır.
Bu yüce millet,ne büyük bir ulus şehitler ve gazileri için ağıtlar yakmış,asırlardır söylenen zafer marşlarından sonra,”Nazlı Budin” ezgileri, “Ağlayan Tuna” mersiyeleri ve “Yemen Türküleriyle” Şehitlerine ve Gazilerine özünde yaşatmıştır.
O ağıtlar ki :
“Tuna Nehri Akmam Diyor,
Kenarımı Yıkmam Diyor
Ünlü Gazi Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor.” Şeklinde analarımızın dillerinde ninniye dönüşmüştür.
Gelin şehitlik ve gaziliği yanlış anlamayalım, bu kavramlara yanlış anlamlar yüklemeyelim. Biz üç kıtada hüküm süren medeniyeti sadece kılıç sallayarak genişletmedik. Bizim tasavvufumuz, bizim medreselerimiz,camilerimiz,mescitlerimiz,ahi birliklerimiz,gönül coşkumuz,sebillerimiz vardı. Bunlar sevgi ışıkları saçtılar etrafa,Avrupa bu ışıkla aydınlandı. Bizimle beraberken orta doğu barut fıçısı değildi,balkanlar kan gölüne dönüşmemişti. Asya bu kadar huzursuz değildi. Orta Asya ülkeleri birbirine diş bilemiyordu, Kafkaslarda kan akmıyordu, Afrika bu kadar çaresiz değildi.
Ahiyan-ı Rum,Bacıyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum… yani, Anadolu kardeşleri, Anadolu bacıları, Anadolu gazileri, Anadolu erenleri bu büyük medeniyetin çimentosuydu.
Bütün bu güzellikleri gazilerimize, gazilerimizin ruh dünyasına borçluyuz. Barış türküleriydi sazımızdan çıkan, sevgi sözleriydi üç kıtayla bizi kucaklaştıran. Yaratılanı sevmiştik, yaradan dan ötürü.
‘İncinsen de incitme’ demiştir,’Kim olursan ol,ne olursan ol,gel’ diye kucak açmıştık.
Ozanın dilinden dökülen kelimeler ne kadar anlamlıydı:
Ben gelmedim kavga için
Benim işim sevgi için
Dost evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim.
Biz gönüller yapmaya geldik. Bunun için dolaştık sevgiyle üç kıtada. Aksi halde bir tek Hıristiyan kalır mıydı Avrupa’da.
Gazilerimiz ve destanları vardı. Battal Gazi Destanı, Köroğlu nağmeleri, Gazi Osman Paşa’nın Plevne kahramanlıkları, Erzurumlu Kara Fatma’nın, Sütçü İmam’ın, Şahin Bey’in, Mustafa Kemal’in kahramanlıkları gönül iklimimizin sağanak yağmurlarıydı, teselli kaynağımızdı. Çünkü zulme, haksızlığa,tutsaklığa,sömürüye,adaletsizliğe,hukuksuzluğa başkaldırı, isyan örneklerini temsil ediyordu bu hatıralar. Gazaya gitmenin, gazi olmanın özü buydu. Bunun için doğan çocuklarımıza “Gazi” adını vermiştik.
Anadolu’nun işgali zulümdü, haksızlıktı, tutsaklıktı, sömürüydü. İstiklal harbi buna baş kaldırır, isyandı. Bu bakımdan Mustafa Kemal ve arkadaşları Gaziliği hak etmişti.
1927 yılından beri düzenlenen Gazi koşusu, haksızlıkları baş kaldırmaya koşmayı temsil ediyordu adeta. Gazi’yi ve Şehitlerimizi çocuklarımız unutmasın diye açtığımız okullara, üniversiteye Gazi adını vermiştik. Antep, nasıl Gaziantep olmuştu?
Antep işgal edilmek isteniyordu. Hayır, demişti Şahin Bey ve bir grup Gazi bu işgale. Şahinbey ve Gazilerin cesaretleri karşılığında şehir kurtuldu.
Ama Antepli Şahin için ağlar oldu:
Şahin’i sorarsan 30 yaşında
Süngüyle delindi köprü başında
Gaziler toplanmış ağlar başında
Uyan Şahin uyan, gör neler oldu?
8 Şubat 1921’de Antep,Gaziantep oldu. Şahin bey ve Gazilere bedel olarak. Gaziantep Türk Tarihinde ve Türkiye’de Gazi ünvanı alan ilk ve tek şehir olma özelliğini kazandı. Daha sonra Kıbrıs’da Magosa’ya Gazi Magosa denecektir.
Şükran borçluyuz Şehitlerimize, hiç olmazsa bir gün ayırarak vefa borcumuzu ödüyoruz Gazilerimize. Ülkemizi ve onurumuzu kahramanca temsil ettikleri için onur duyuyoruz. Kore ve Kıbrıs Gazileri ile. Vatanı bölücülere teslim etmeyen güneydoğu gazilerini selamlıyorum. Emniyet mensubu ve eğitimci Gazilere saygılar sunuyorum. Görev gazilerimize minnet borçluyuz. Fedakarlıklarının karşılığını hiçbir şekilde ödeyememeğimizin bilincindeyiz.
Son olarak bu gün gaza ve gazi kavramını yeniden düşünmek durumundayız.
Globalleşen bir Dünya’da, Avrupa birliğine odaklanmış bir ülkede yaşıyoruz. Bu günkü savaşların artık ekonomik, kültürel,teknolojik ve bilim alanında olduğunu görmekteyiz. Öyleyse bilim adamlarını, akademisyenleri, uzmanları, ekonomistleri, üreticileri, ihracatçıları, eğitimcileri, mühendisleri bu günün gazileri olarak alkışlamak ve onurlandırmak durumundayız.
Ekonomi olmadan hiçbir şey olmaz. Bugünkü ekonomik savaşta mutlaka başarıya ulaşmak zorundayız. Türkiye’nin geleceği çocuklarımızın yarınlarını aydınlanması, her bakımdan gelişmiş bir ülkeye sahip olmaktan geçmektedir. Ekonomik bağımsızlık savaşında, Türkiye’nin kalkınmasında görev alan ekonomi gazilerimizi gönülden selamlamak zorundayız.
Devleti kalkındırmanın, ülkeyi yüceltmenin çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkmanın, gelişmiş ülkelerle rekabete girmenin yolu bu anlayıştan geçmektedir.
Bu duygularla Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Şehitlerimizi Rahmetle Anıyorum, yaşayan gazilerimize sağlıklar ve uzun ömürler diliyorum. Gaziler gününü tekrar kutluyorum…
YORUMLAR