24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle eğitim, öğretim, öğretmenin önemi üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda Türkiye’nin manzarasına şöyle bir bakalım.
“13 milyon nüfus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin büyük çoğunluğu limanlar ve demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde. 153 ortaokul ve lise, sadece bir üniversite var. Halkın %7’si okuryazar, bu oran kadınlarda %1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde sadece 230 kız öğrenci okuyor. Ekonomik bakımdan yarı sömürge. Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcaması 50 Kuruş. Altyapı her alanda yetersiz. Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde. Anadolu araştırmayan, nakilci ve yetersiz medreselerin elinde..”
Cumhuriyetin devraldığı miras budur.
Böyle bir ülkede işe eğitim ve öğretimden başlamak gerekirdi. Gazi Mustafa Kemal Paşada öyle yaptı. Karargahın başın geçerek yeni Türk alfabesiyle ve başöğretmen ünvanıyla eğitim seferberliği başlattı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk alfabesini tanıtmak için 24 Kasım 1928 günü karatahtanın başına geçerek “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” ünvanını kabul ettikleri gün olan “Öğretmenler Günü” 1981 yılından beri törenlerle kutlanmaktadır.
Tüm öğretmenlerimize kutlu olsun! Bir ülke topla, tüfekle askerle kurtarılır ancak ilimle, bilgiyle idare edilir, geliştirilir. Bunu bildiği için Atatürk öğrencilere diyor ki : “Öğretmenler! Ordularınızın kazandığı zafer, sadece eğitim ordusu için zemin hazırlamıştır. Gerçek zaferi, cehaleti yenerek siz kazanacaksınız, siz koruyacaksınız. Çocuklarımızı ve geleceğimizi elinize teslim ediyoruz. Çünkü aklınıza ve vicdanınıza güveniyoruz.”
Atatürk öğretmenlerden öncelikle şunu istiyor : “ Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsu, ilk önce ve her şeyden evvel Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etme görevi öğretilmelidir.”
Şu halde eğitim öncelikle “Milli Eğitim” olmalı. Türk Milletinin bağımsızlığına,milli benliğine ve geleneklerine uygun olmalıdır. Mustafa Kemal Paşa bu durumu bizzat uygulayarak göstermiştir. 1927 yılında Bursa- Amerikan Kız Koloji’nde bir Türk kızının Hıristiyan olması üzerine Atatürk Koleji kapamıştır.
Biz hala Atatürk’ü anlayamadık!..
Ne yazık ki :
“Eğitimde Tanzimat’la Fransız etkisi başlamış, İttihat ve Terakki ile birlikte Alman etkisi gözlenmiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan etkisi artmıştır. 1980’li yıllarla birlikte yaygın olarak Japon sisteminden bahsedilmekte, heyetler göndererek incelemeler yaptırılmaktadır. “
Ama hala kendi geleneklerimizden, kendi milli tecrübemizden kaynaklanan Türk Eğitim Modeli’ni gerçekleştiremedik
Önce Köy Enstitüsü açtık, sonra Öğretmen okuluna dönüştürdük, Eğitim Enstitüsü dedik, Eğitim Yüksek Okulu yaptık ve Eğitim Fakültesi’ne geldik, isimle, şekille uğraştık… Ama bir türlü Milli Eğitime ulaşamadık… Temel eğitim, 6 yaş Uygulaması, Basamaklı Kur Sistemi, Televizyonlu Eğitim, Lise Mezunlarına Meslek Edindirme Projesi (LİMME) ve Ders Geçme ve Kredi Sistemi gibi yenileşme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış ve tekrar eskiye dönülmüştür.
Çünkü bu projelerin hiçbiri Türk Milli Eğitim ruhunu yansıtmayan, siyasi amaçlara gündeme getirilmiş taklitçi anlayışların eseridir. Maalesef Türk Milli Eğitim Sistemi yaz-boz tahtasına dönüştürülerek, perişan edilmiştir.
Gelişmiş milletler eğitimde “ Toplam Kalite” “Sıfır Hata”, “Tam Öğrenme” projelerini hayata geçirirken biz hala ilköğretimde türban, üniversite sınavlarında yolsuzluk ve usulsüzlük olaylarıyla boğuşuyoruz… Bu tablo Yüce Türk Milleti’ni temsil etmiyor, edemezde…
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ekim 2004 araştırmasına göre : Bir yılda bir Japon 25 kitap okuyor. İsveçli 10, Fransız 7 kitap okuyor Bir Türk bir yılda 1 kitap bile okumuyor, 6 türk’e 1 kitap düşüyor. 2007 yılında ÖSS sınavına 1 milyon 776 bin aday başvurdu. 47 bin 587 aday bu yıl ÖSS’de sıfır çekti
Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu’nun 26 bin liseli öğrenci arasında yaptığı anketin sonuçları çok çarpıcı…. Ankete göre, her 100 lise öğrencisinden 15’i okula bıçak veya tabancayla gelip gidiyor. Okuma-yazma bilmeyen 4.5 milyon kadın ve kızımız var… 12-14 yaş arasında evli olan 10 binden fazla çocuk gelin var Türkiye’de
Maalesef ülkemizde yaklaşık 400 bin kahveye ve 25 bin meyhaneye karşılık 1500 civarında kütüphane bulunmaktadır. Eğer bir ülkede meyhane sayısı kütüphane sayısını 15’e katlıyorsa orada gelişen kafalar mı, uyuşan kafalar mı önde olur sorarım size ?
Diyarbakır’da yapılan bir araştırmaya göre Güneydoğu’da kız 12 yaşında gelin 14 yaşında anne oluyorlar. Kalemle, kitapla, eğitimle, okulla buluşması gereken kız çocukları kuma, berdel, beşik kertmesi yapılıyorlar ya da babası yaşındaki adamların vicdanına satılıyor…
Bunun insanlıkla, Müslümanlıkla, çağdaşlıkla bir alakası olabilir mi ? 12 yaşında okula gitmesi gereken bir çocuğu gelin eden bir milletin yaptığı duayı Allah kabul eder mi ?
Vicdansızlık değil de nedir bu ?
Eğitim sistemimizin bu çarpıklıklarını düzeltmek hepimizin görevidir. Yeniden bir okuma yazma seferberliği başlatmak zorundayız. Bu konunun öncü kuvvetleri eğitimciler ve öğretmenler olmalıdır. Nitekim Atatürk :
“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir, öğretmenden, eğitimciden mahrum bir millet henüz millet adını almak özelliğini kazanamamıştır…” diyerek öğretmenleri övmüştür. “En mühim ve feyizli vazifemiz Milli Eğitim işleridir. Milli Eğitim işlerinde behemehal başarılı olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu ancak bu suretle olur.” Diyerek de Milli Eğitimin önemine parmak basmıştır.”Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür, ilimi hür, irfanı hür nesiller ister.” Sözüyle yetiştirilecek olan neslin özelliklerini sıralar… Kur-an-ı Kerim ilk söze “oku!” diyerek başlamış /Alak 96/1), Yüce Allah “kaleme ve yazdıklarına yemin olsun” (Kalem 68/1) demiştir.”Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 39/9), “eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun” (Nahl 16/43) ayetleri. “Bilenler peygamberlerin varisleridir.” “Bilginlerin kanı şehitlerin kanından üstündür.” “insanların en üstünleri bilginlerdir.”(*) hadisleri; Hz. Peygamberin Bedir Savaşı’nda tutsak ettiği düşmanlarından okuma yazma bilenlerini öğretmen olarak görevlendirerek eğitim seferberliği başlatması; kralların eli silahlı savaşçı yetiştirerek ülkeleri istila ettiği bir dönemde, Peygamber’imizin mualim (öğretmen) göndererek çölü aydınlatması eğitime, öğrenime ve öğretmene verilen önemini göstermektedir. Hz. Ali: “Yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim bir günde hayır yoktur…”(*) diyor.
Gelin artık çocuklarımızı küçük meselelerle uğraştırmayalım. Onların önüne büyük projeler koyalım: Ay’ı fethedeceğiz, uzayı araştıracağız, bütün dağları tepeleri ağaçlandıracağız, 10 tane GAP yapacağız bütün ülkeyi duble yollarla, fabrikalarla, süsleyeceğiz; çalışacağız üreteceğiz, ürettiklerimizi pazarlayacağız; Büyük Türkiye’yi kuracağız diyelim
Gençlerimize sahip çıkacağız.
İslam’ın şartı beş, lisanımız da beş olmalı, bizim çocuklarımız bir lisan değil
beş lisan öğrenmeli. Gençlerimiz iki diplomalı olmalı, iki fakülte bitirmeli.
Sabahlara kadar okumalıyız, kızlarımız da okumalı. Cehaletin puslu
karanlıklarından kızlarımızın ruh dünyasını arındırmalıyız.
Öğrencilerimizi geleceğin fatihleri olarak yetiştirmeliyiz. Bu günün fatihleri; eğitimciler, akademisyenler, mühendisler, ekonomistler, uzmanlar olmalı. Bu fatihler dile gelmeli, zaferlerle dolu bir hayatı bu millete yeniden sunmalıdırlar.
Gençlerimizi kitaplarla bütünleştireceğiz. Kitaplar bizim aşkımız, biz onların sevdalısı olacağız. Dünyada okunmayan kitap kalmayacak, Dünyanın neresinde olursa olsun her kitap önce bizim dilimize çevrilmeli ve bizim gençlerimiz tarafından okunmalıdır. İşte o zaman büyük projeler hayata geçecektir.
Eğitim seferberliği başlatmanın, Öğretmenler Günü kutlamanın anlamı budur. Boş vaatlerle, kuru sloganlarla, hayali projelerle eğitim, öğretim geliştirilemez.
Dünya ile yarışan gençlerimiz, dünya üniversitelerini geride bırakan üniversitemiz, yeni buluşlarla dünyayı ayağa kaldıran bilim adamlarımız nerede ?
Cumanız Mübarek Olsun
YORUMLAR