İlahi vahyin ölümsüz ifadesi evrensel bir ilkeyi şöyle dile getiriyor:
"Ey İnsanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allah katında en değerli olanınız O'ndan en çok sakınanınızdır. Allah bilendir, her şeyden haberdardır."(50/3)
Çıkış kaynağı aynı olan insanlık birbirleriyle tanışmak, kaynaşmak için toplumlara ve milletlere ayrılmıştır.
Yine Kur'an-ı Kerim'de:
"Dillerinizin ve renklerinizin farklılığı Allah'ın ayetlerindendir." (30/22)denilerek farklılıkların önemine dikkat çekiliyor.
Bu yönüyle Kur'an, bütün peygamberlerin şahsında insanlığın ortak mirası, ortak kültürüdür. Kur'an eski medeniyetlerin yeni medeniyetlere aktarıcısı, dolayısıyla medeniyetlerin birleştiricisidir.
Krallar, imparatorlar birbirlerini yok etmek için mücadele ederken, peygamberlerin birbirlerini desteklemesi ve tamamlaması son derece anlamlıdır. Nitekim Hz. İsa, "Ben ayırmaya değil birleştirmeye ve tamam etmeye geldim" demiştir. Hz. Peygamber kendisinin, diğer peygamberler arasındaki yerini inşaatı eksik kalmış bir evin eksiğini tamamlayan tuğlaya benzetmesi, peygamberlerin birbirini tamamlamasıdır.
Bu anlamda peygamberlerin ve Peygamberimiz'in sünnetini değerlendirmek gerekirse "Sünnet kimlik bilinci oluşturmak ve şahsiyeti korumaktır. Evet sünnet, Müslüman toplumun kimliğini korumak, onların birlikte yaşadığı Müslüman olmayan toplumların içerisinde erimesine, kişilik zaafına düşmesine, kendi dışındakileri taklit ederek kişiliksizleşmesine karşı koymaktır…"
Şu halde bir milleti ayakta tutan milli kimliği, geleneği ve ulusal kültürüdür. Kimliğinden habersiz olan ayakta kalamaz. Bu nedenle bir ülkeyi istila edenler önce o ülkenin kimliğini ve kültürünü yok ederek işe başlarlar.
Irak işgalinin ardından gazetelerin manşetleri şöyle çıkmıştı:
" 'Modern tarihin en büyük kültür felaketi…'; 'Doğu kültürü ateşe verildi…' Bir gazetecinin de tespitleri şöyle idi: 'Irak'a medeniyet getirirken medeniyeti yok ettiler…'"
Bir medeniyet nasıl yok edildi gazetelerden takip edelim:
"500 bin ciltlik basılı eseri ve 5 bin civarındaki eşsiz el yazması koleksiyonu ile milli kütüphane önce yağmalandı, sonra da ateşe verildi… Eski putperest Moğollar kültür eserlerini nehre döküyorlardı, modern Hıristiyan 'Moğollar' ise önce yağmalayıp sonra yaktılar… 25 Nisan 2003 tarihli gazeteler, 7 Amerikalı gazetecinin, yağmalanan müzelerden çalınmış nadide eserlerle ülkelerine giriş yaparken yakalandıklarını, bildiriyorlardı…"
Vicdan sahibi Iraklılar ise feryad ediyorlardı:
"Bunu neden yaptınız? Biz sizin bombalarınıza hazırlanmıştık, kültür yağmanıza değil. Burasının müze olduğunu biliyordunuz. Kapıya iki asker ve bir tank koymuş olsaydınız böyle bir felaket yaşanmazdı…"
İşgalciler biliyorlardı ki kimliksiz bir millet istilaya uygun bir millettir.
Bir yazarımızın şu tespitleri son derece önemlidir: " Donanması ile mağrur ve meşhur İngiliz halkından herhangi birine: 'Donanmanızı mı yoksa büyük tiyatro eserlerinin sahibi Şekspir'i mi kaydetmeyi tercih edersiniz?' sorusuna tereddütsüz 'İngiliz donanmasını!' diye cevap verirdi…"
Bu sözde büyük gerçeklik payı var. Kudretli gemileri İngiltere'ye denizlerde nasıl sarsılmaz bir hakimiyet sağlamışlarsa; İngiliz şairleri, düşünürleri de eserleriyle İngiliz dilini ve kültürünü dünyaya yaymışlardır. Bu İngiliz halkı için bir iftihar vesilesi olmuştur.
Ya Anadolu kültürü!
Anadolu'nun koca gönüllü hoşgörü sultanlarının nefesleriyle zenginleşen Anadolu geleneğinden ne kadar haberimiz var?
Mevlana'nın, Hacı Bektaş-ı Veli'nin, Yunus Emre'nin, Hoca Ahmed Yesevi'nin, Aşık Paşa'nın, Fuzuli'nin muhteşem geleneğimize katkılarını biliyormuyuz?
Bizim Yunus Emre'nin:
"Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz…" sözünün New York'taki BM binasını süslediğini kaç insanımız biliyor?
"İslam'ı, o engin gönüllü Anadolu Erenleri'nin nefesiyle hayata sokan 'Anadolu yorumunu' bırakıp kılıç, kin ve çıkar perdesinden algılayan Arap-Acem yorumlarıyla kavrama sürecini açtığımızdan bu yana din, hayatımıza rahmet unsuru olarak giremiyor; kin, dalaş ve sömürü enerjisi olarak giriyor.
Paylaşmıyoruz, en küçük bir kırgınlığı kin ve düşmanlık vesilesi yapıyoruz. Birbirimizi saymıyoruz, birbirimize tahammül göstermiyoruz. Bu çürüyüşümüzü bilen dış düşmanlarımız, bizi sudan bahanelerle birbirimize düşürüp kavga ve kana itmekte hiçbir zorluk çekmiyorlar.
Sağ olsun UNESCO 2007 yılında unuttuğumuz bir değeri bize ve insanlığa hatırlattı. Böylece Mevlana Celalettin Rumi'nin doğumunun 800.yılında onu çeşitli faaliyetlerle anmış olduk. Bu değerleri bize illa UNESCO mu hatırlatmalı? Sözlerimi Mevlana'nın şu ifadeleri ile bitiriyorum:
"Gel! Gel! Kim olursan ol yeter ki gel!"
Gelenlere, tanışanlara, kucaklaşanlara selam olsun.
Cumanız mübarek olsun!
YORUMLAR