Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


DİN GERÇEĞİ

03 Nisan 2018 - 13:38

                                                             

‘’İçinde yaşadığımız yüzyıla, başından itibaren, pek çok isim takılmıştır.’’ Bilim çağı ‘’ Atom çağı ‘’  ‘’Radyoaktivite çağı’’  ‘’Bilimsel Devrim Çağı’’ ‘’Nükleer Çağı’’ ‘’Elektronik Çağı’’ ‘’Uzay Çağı’’ ‘’Post Modern Çağ’’…  Ve sonun da bilgisayarların topumun her düzeyinde gündelik hayata girmesi ile…  ‘’Bilgi (ya da) Enformatik Çağı’’ bunlardan yalnız bir kaçıdır.’’ (1)

            Şimdi soru şu:

            Böyle bir çağda dine ihtiyaç var mı ?

‘’Din artık devrini tamamlamış bir sosyal müessesedir. Modern toplumların asıl vasfı dinlerin yerine rasyonel düşünceyi (Pozitivizm)hâkim kılarak modernleşmektir… Modern toplumların ahlaki ve genel değerler dünyası dine değil, bilime dayalı olacaktır.(2)

            Din’e ihtiyaç yoktur diyenlerin tezi böyle…

            Bu tez ne kadar geçerli?

            Tanrı Geri Döndü:

            Biri Katolik, öteki ateist iki gazeteci… The Economist dergisinin genel yayın yönetmeni John Micklethwait ve Washington temsilcisi Adrian Wooldridge, din üzerine kapsamlı bir çalışmaya imza attılar. Bu çalışmada ‘’Dünya da dinin yükselişinin sebeplerini ve küresel ekonomiye etkilerini ‘’ ele alıyorlar. Dinin yükselen bir değer olduğunu gözlemliyorlar.  Ve şu sonuca varıyorlar:

            ‘’God İs Back’’:  ‘’Tanrı Geri Döndü.’’(3)

            Tanrı hiç gitmedi ki geri dönsün!

            Hani meşhur bir söz vardır: ‘’Bir şeyin imkânsız olduğunu söyleyerek uykuya dalanlar, yanında bu şeyi yapmakta olan komşusunun gürültüsüyle uyanırlar.’’

 

Dinin devrini tamamladığını iddia edenler çağdaş Dünyanın son sürat dine koştuğunun farkında değiller…

            ‘’Papa ‘. John Paul 24 Aralık 1999’da Hıristiyan misyonerliğinin hedeflerini şöyle açıklamıştır. ‘’Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci Bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım…’’(4)

            İnsan ister istemez soruyor:

            İslam dünyasında az da olsa, İslam’ın en özgün yaşandığı Türkiye’de, ‘’Modern çağda dine ihtiyaç yoktur.’’ diyenler kime hizmet ediyorlar? Misyonerlere mi?

Modernleşen Dünya Ve Din:

            Sanıldığının aksine modernleşen dünya da din ve dini değerler yükselmeye devam ediyor:

            ‘’Sosyologlar dindar Amerika’nın ve İskoçya ile Polonya’nın ‘Sekülerleşmenin Genel Teorisi’ne uymadığını, dindarlığın ‘modernleşmiş’ aşamada da devam ettiğini belirtiyorlar…’’(5)

            CNN muhabiri Christiane Amanpour’un sunduğu ‘Din dosyası ‘  adlı haber programında şu görüşlere yer verildi:

            ‘’Yıkılan ve kaybolan değerlerden, yalnızlaştırılan ve eşya konumuna getirilen, kimliğini yitirmiş insan ilişkilerinden kaçan insanlık, dini değerlere ve inançlara sarılıyor. Din bir ilaç gibi. Çaresiz, yıkılmış, içine kapanmış hayatları tedavi ediyor. Gittikçe yozlaşan ilişkiler karşısında bir umut ve hala güzel bir dünya vaat ediyor

            Yalnızlaşan bireylerin öksüzleştirilen ruhlarının serseri mayın gibi ortalıkta dolaştığı; herkesin bir kimlik, bir manevi destek, bir rol model aradığı, bir dünya artık Müslümanların da dünyası.’’(6)

‘’Çağın getirdiği büyük sıkıntıları ve bunalımları dinle aşma eğilimi giderek yaygınlık kazanmaktadır. Manevi yönü olmayan, insanların ruhi derinliklerine hitap etmeyen eski ideolojiler insanları tatmin etmiyor.’’(7)
            İnsanlık dini arıyor, gerçek dine koşuyor.

            Dinsiz ve ruhsuz bir modernleşme insanlığı nereye götürür?

‘’Uyuşturucu ve fuhuş gibi ahlaki deformasyonun, AİDS gibi hastalıkların, kimi zaman sonu intihara varan nevraz, ansiyete, melankoli, şizofreni ve depresyon gibi ruhsal bozuklukların, modernleşmesini tamamlayan kesimler arasında sıradan halka göre daha yaygın ve ileri düzeyde olması, modernleşme projesinin geldiği trajik sonucu ayan- beyan ortaya koymaktadır.

            İlginçtir, yine modernleşmesini tamamlamış kentsoylu sınıflar arasında modernizmin mekanik ve gayri insani dünyasından sıkılıp kendisine daha insani ve ahlaki dünyalar arayan hiç de küçümsenemeyecek bir kesim ortaya çıkmıştır. Bu insanlar, modernizmin profan dünyasında soluyamadıkları manevi bir atmosfer aramakta ve kutsala olan özlemleri onları yeni arayışlara itmektedir.’’(8)Eğer siz, bu insanların kutsala olan özlemlerini gerçek dini bilgilerle karşılayamazsanız sonuç ne olur biliyor musunuz?

‘’Bu arayışları fark eden kimi sahtekârlar, arz- talep ilişkisinin manevi alandaki tezahürü olarak kendilerini bu samimi fakat bilinçsiz insanlara aradıkları adres olarak sunmakta ve onların aşkına ve ahlaka olan özlemlerini sömürmektedirler. İşte sahte şeyhler, üfürükçü hocalar, üçkâğıtçı mürşitler böylesine münbit bir alanda boy vermektedirler…’’(9)
Şu halde dinin yükselen bir değer olduğu ne kadar önemliyse, doğru bir dini hayatı yaşamak da o kadar önemlidir.

            Din Halkın Afyonu mu ?
Önemli bir düşünce adamı olan Kral Marks, ‘’Din halkın afyonudur. İnsanların hayali mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, insanlığın gerçek saadeti için bir zorunluluktur…’’ diyordu. (10)

Kral Marks’ın bu değerlendirmeyi Yahudilik ve Hıristiyanlık için yaptığı biliniyor. İslam’ı doğru tanısaydı aynı değerlendirmeyi İslam içinde yapar mıydı bilemiyorum? Ancak şunu ifade edebilirim ki aslında Kral Marks çocukluğunda iyi bir Yahudi eğitimi almıştır. Tevrat’ı incelersek şu bilgilere ulaşırız:

            ‘’Hz. Yusuf bir gün sınır meselesinden iki köylünün kavga ettiğini görür, cemiyetteki bu huzursuzluğun önüne geçmek için toprakları kamulaştırır.

            Ertesi gün çobanların otlak yüzünden birbirine girdiklerine şahit olur; sosyal barışı temin uğruna hayvanları da toplumun malı yapar.

            Üçüncü gün su yüzünden kadınların saç saça dövüşmesiyle karşılaşır. Suları da cemiyetin ortak malı haline getirir.

            Uzun lafın kısası altı günde her şeyi kamulaştırır. Yedinci gün Cumartesi’dir; halk huzur ve sükûn içindedir.’’(11)

            Tam bu noktada can alıcı soru şu:

            İyi bir Yahudi eğitimi alan Marks’ın ideolojisini gerçekleştirirken çocukluğunda şuur altına yerleştirilen bu hikâyelerden etkilenmediğini kim iddia edebilir?(12)

            Deryada yüzen balıkların denizi inkâr etmesi gibi bir şey Marks’ın dine afyon demesi. Yahudi tarihindeki olumsuzluklardan kurtulmak için çare üreten Marks, ideolojisiyle daha büyük kavgalara ve kitlesel ölümlere neden olmuştur.

            Kral Marks, ideolojisiyle tarihin sanık sandalyesindedir.

Kral Marks’ın görüşlerini kominizim adıyla acımasız bir şekilde uygulamaya koyan Sovyetler Birliği yirmi milyon insanın kanına girmesine rağmen yetmiş yılda iflas etmiştir.

Kaç tümeni var Papa’nın?
Sovyet liderlerinden Kızılordu’nun başkomutanı Stalin; ‘’ Papalığın gücünden bahsedildiği zaman küçümseyici bir soru sormuştu:

 

‘ Kaç tümeni var Papa’nın? ‘

            Siyaseti tamamen maddi güce indirgeyen Stalin’in kendisi gibi rejimi de, ordusu da yok olup gitti…’’(13)

            Ama papalık ve dinler varlığını sürdürmeye devam ediyor.

            ‘’Düşün!

            Kremlin, 70 yıl boyunca tarihin şahit olduğu en tanrı tanımaz rejimin kalesi olmuştu. Sivri kubbelerin tepesinde orak çekiçli kızıl bayraklar dalgalanmıştı. Lenin’le Stalin buradan kızıl imparatorluğu yönetmişlerdir. Bahçedeki katedrallerin, kiliselerin kapıları onlarca yıl kilit altında kalmıştı. Şimdi şu hale bakın!

            Süslü püslü Ortodoks papazları ellerinde asaları, çan sesleri arasında davudi sesleriyle dualar okuyarak ayin için, bir zamanlar kızıl komiserlerin,  oradan oraya koşuşturduğu Kremlin’in bahçesinde yürüyorlar.

            Bir hayalin sonu!’’(14)

            Dinin gücü işte bu…

            Tarihin derinliklerine inildikçe belki kanunsuz,kuralsız toplumlara rastlanabilir, ama dinsiz, inançsız, mabetsiz bir topluma asla rastlanmamıştır.

            Henri Bergson’un (1859-1941) ‘Ahlak ve Dinin İki Kaynağı’ adlı eserinde de belirttiği gibi: ‘’… Geçmişte olduğu gibi bugün de ilimsiz, sanatsız ve felsefesiz insan cemiyetleri vardır, fakat hiçbir zaman dinsiz bir toplum olmamıştır…’’(15)

            Şu halde din çağımızın en önemli bir gerçeğidir. Çağdaş birey böyle bir gerçeğe duyarsız kalamaz.

 

 

 

            Amin Maalauf’un ifadesiyle:

‘’Din asla tarihin zindanlarına gömülmeyecek, ne bilim tarafından, ne bir doktrin, ne de siyasal bir rejim tarafından… Bilim ilerledikçe insan, sonunun ne olacağı üzerine kendini daha çok sorgulayacak.’ Nasıl’ın Tanrı’sı bir gün silinecek ama ’niçin’in Tanrı’sı asla ölmeyecek.’’(16)

            Hint asıllı İngiliz Bilim Tarihi Uzmanı ve Psikolog Prof. Dr. Kenan Malik de şöyle diyor:

            ‘’Mücahitlerin dünya çapında cihad ilan ettikleri, Yaratılışcı’ların yürüyüşe geçtikleri çağımızda, dinin geri döndüğünü inkâr edebilmek için ya kör olmak gerekir ya da deli! Günümüz Tanrı tanımazları bile bu mucizevî dirilişi kabul ediyorlar.’’(17)

            Popçular Dindarlaşıyor mu?

            Bu konuda Can Dündar’ın yazdıkları da şöyle:

‘’Onları (popçuları) meteryalizmin devrim marşlarıyla tanımıştık. Cem Karaca, tekbirlerle gömülmek istedi. Timur Selçuk, ‘Ben namazını kılan bir sosyalistim’ dedi. Mazhar Alanson, ‘Yandım Yandım’ı Hz. Muhammed için yazdığını söyledi. Ne oluyor? Popçular mı dindarlaşıyor? Yoksa din mi popülerleşiyor.’’(18)

            Aslında bir şey olduğu yok. Sadece insanlık kendine, özüne dönüyor. Çünkü dine dönüş, insanın kendine dönüşüdür.

            Evet!.. Din, insanlığın fıtratına, bireyin vicdanına yazılmış ilahi bir yazgıdır. Oradan sökülüp atılması mümkün değildir. Kısaca dini reddedenler, gerçekte kendilerini ‘dinsiz’ sananlardır: yoksa mutlak inkâr imkansızdır.

            ‘’New York Üniversitesi Psikologu Paul C. Vitz, ‘Ateizmin Psikolojisi’ adlı kitabında, önde gelen ateist düşünürlerin çoğunun şaşırtıcı biçimde sorunlu aile hayatlarına sahip olduğunu inceler…’’(19)

 

Hiç kimse beceriksizliği yüzünden içine düştüğü sorunların faturasını dine, Tanrı’ya kesmesin…

            Bilindiği gibi 19. Yüzyıl bütün Avrupa’da ateizm rüzgârlarının estiği asırdır. Bu asrın büyük düşünürü Le Play şöyle yazmaktadır:

            ‘’Çağımızın bütün devrimcilerini, bütün ateistlerini dinledikten sonra en büyük hakikatin beş yaşında annemden dinlediğim dini gerçekler olduğu kanaatine vardım.’’(20)

         Din İnsanlığa Ne Kazandırmıştır:

            ‘’Ünlü medeniyet bilimcisi Arnold Toynbe; dini, medeniyet üreten bir kurum olarak görmektedir. Gerçekten geçmişin en görkemli tarihi yapıları, mabetleri; ilk müzik eserleri, ilk resim ve heykelleri tanrılar adına yapılanlardır…’’(21)

            Almanların ünlü fikir ve siyaset adamı Goethe : ‘’Dini olmayanın edebiyatı olmaz’ demiştir… Aslında Goethe’nin sözünü biraz değiştirip şöyle söylemek lazımdır: ‘ Dini olmayanın sanatı olmaz.’ Michelangelo, Hz. Musa’nın peygamberliğine inanmasaydı, bir taşı yıllarca yontup hayalindeki Musa’ya benzediğine inanınca, o ünlü ‘Kalk ya Musa’ çığlığını atmazdı…’’(22)

            İşte dinin gücü budur…

            Yirminci asrın ünlü matematikçisi ve metafizikçisi A. N. White Head’ın tespitleri son derece anlamlı, diyor ki : ‘’Din, canlı bir şekilde kavrandığı ve içtenlikle benimsendiği takdirde, insan karakteri üzerinde köklü değişiklikler meydana getiren bir genel hakikatler sistemidir.’’(23)

 

 

 

Doç. Dr. Osman Şekerci’nin tespitleriyle diyorum ki :

‘’Din bir şefkattir, sevgidir, saygıdır, haksız yolları kapamaktır. Ezilenin elinden tutmak, ezene meydan vermemektir. Bütün insan haklarının yanında yer almaktır. Dokusu bozulmamış bir çevre, güçlü ahlaki ve hukuki değerle donatılmış insanlık, iyilikte yardımlaşma, kötülüklere meydan vermeme, her insanın sıkıntısını kendi sıkıntısı bilme, Dünya coğrafyasının nimetlerini bütün insanlara açma, gruplaşmaları önleme ve globalleşmeye yönelmedir.’’(24)

            Gerçek din ve dindarlık budur…

Milli Mücadele Ve Din :

Mustafa Kemal Paşa din duygusunun önemini bakın nasıl anlatıyor:

            ‘’Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir tevekküle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’an okuyor… Bilmeyenler ise Kelime-i Şahadet getirerek yürüyor… Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’(25)

            Sadece Çanakkale Muharebelerini mi?

            ‘’Milli mücadelenin en karanlık günlerinde aydınlarımızın ezici çoğunluğu kurtuluşumuzu mandacılıkta ararken, Mehmet Akif ‘Doğacaktır sana vaat ettiği günler Hakk’ın’ diye haykırıyordu; zira dinin beslediği milli ruhu ona yenilmez bir ümit veriyordu…’’(26)

            Polatlı önlerine gelen düşmanın tap sesleri duyulurken, Büyük Millet Meclisi Kayseri’ye taşınmayı tartışırken Mehmet Akif din duygusunun verdiği umutla şöyle haykırıyordu:

            ‘’Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.’’

Yüce din duygusunun önemini çok iyi bilen Atatürk:

            ‘’Evkaf ve Şeriyye Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye vekâletini kaldırıp, aynı kanunla Diyanet işleri ve Genel Kurmay Başkanlığını kurmuş. Diyanet İşleri Başkanlığına, Genel Kurmay Başkanlığından, sembolik olarak, 5 kuruş daha fazla maaş bağlanmıştır. Çankaya Köşkü’nün arazisi içinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’na konut tahsis etmiştir.’’(27)

            Ve Gazi Hazretleri bir devlet adamı sorumluluğuyla diyor ki:

            ‘’Din vardır ve lazımdır. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur.’’(28)

            Din Kavgaları mı?

            ‘’Kavgaların temelinde dinler yatmıyor, böyle bir tespitin ilmi bir delili yoktur. Savaşların, kavgaların, bölünmelerin başka sebepleri var; ama din ve ona benzer kutsallar, hassasiyetler istismar ediliyor, insanları belli bir eyleme yöneltmek için kullanılıyor. (Tıpkı Haçlı seferlerinde olduğu gibi). Nitekim çeşitli maddi değerler de savaş ve kavga sebebidir; bundan dolayı bu değerleri (arazi,su,para,enerji,petrol) suçlamak akıl kârı olmaz. Asıl suçlanması gereken şey insanın ahlaksızlığı, hamlığı, doyumsuzluğudur.’’(29)

            ‘’Bu yüzden tarihte din savaşları yoktur, din ile meşrulaştırılmış savaşlar vardır. Haçlı seferleri, Otuz Yıl Savaşları, Türk- İslam Fetihleri, hepsi zamanının değişik siyasi ve iktisadi sebeplerinden dolayı ortaya çıkan savaşlardır. Fakat bu savaşlar din ile meşrulaştırıldığı için dini savaşlar olarak zannedilmiştir…’’(30)

            Din adına asla savaş yapılmaz. Din adına ancak barış yapılır.

 

 

 

Din Baskısı

            Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

            ‘’Din de zorlama yoktur. Çünkü doğru ile yanlış, hak ile batıl ayan beyan ortaya çıkmıştır…’’ (Bakara 2/256)

            ‘’Bu ifade dinde zorlamayı kategorik olarak dışlar. Zira seçmenin olmadığı yerde iradeden, iradenin olmadığı yerde dinden söz etmek abestir.’’(31)

            ‘’Bütün İslam hukukçuları, istinasız olarak, zorla din değiştirmenin her şart altında geçersiz ve temelsiz olduğu ve inanmayan bir kişiyi İslam’ı kabule zorlamanın büyük bir günah teşkil ettiği görüşünü benimsemişlerdir; bu, İslam’ın, inanmayanların önüne ‘ya İslam ya kılıç’ alternatifi koyduğu’ şeklindeki yaygın safsatayı geçersiz kılan bir hükümdür.’’(32)

            Ahmet Tezcan’ın yerinde bir ifadesiyle:

            ‘’Dini inançlara baskı yapmak, yün çırpmaya benzer. Vurdukça kabarır.’’(33)

            Dinde zorlama olmadığı gibi dindara da ibadetler zorla dayatılmaz. İbadet hür irade ve gönül işidir ki anlamı olsun…

            Kur’an’da kişileri ibadete zorlayan, ibadet etmeyenlerin dünyada cezalandırılmalarını öngören herhangi bir ifade yoktur… Hz. Peygamber Müslümanları ibadete teşvik etmiş, ama asla ibadet etmeyen bir kimseyi cezalandırmamıştır. Zorla ibadet yaptırdığına, ibadet etmeyenleri cezalandırdığına dair hiçbir örnek yoktur. Dört halife dönemindeki uygulama da böyledir.(34)

 

 

 

Söz gelimi; öğle namazının vakti, ikindiye kadardır. Mevsimine göre bu süre üç, beş saati bulur. Birisi ‘ezan okununca namazı kıl’ derse bu süreyi yarım saate indirmiş olmaz mı? Peki, bu hakkı nereden alıyor? İslam, hiçbir kimseye ve kuruma böyle bir hak vermez.(35)

            Dini baskının zararını Psikiyatrist Doç. Dr. Sefa Saygılı şöyle anlatıyor:

            ‘’Ahmet adındaki genci ‘Hıristiyanlığa geçtiği için ‘acaba hasta mı?’ diye getirmişlerdi. Kendisine ‘nereden çıktı bu din değiştirmek?’ diye sorduğumda şu cevabı vermişti:

            ‘Doktor bey, babam aşırı dindar bir insandır. Ancak çok sinirlidir, her şeye bağırır çağırırdı. Ters bir hareket yapsak cehennemlik olduğumu söyleyerek bizi döverdi. Sonra ne zaman ki artık büyüdüm, ona inat olsun diye din değiştirdim. Onun bu duruma üzüntüsü adeta bana zevk veriyor.’’(36)

            Şu halde dine zorlama da, dini zorlama da yoktur.


YORUMLAR

  • 0 Yorum