Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


Düşmanın Adili Olur Mu?

03 Nisan 2018 - 13:38

Birinci Cihan Harbi’nden sonra düşman Anadolu’yu işgale başlar. Fransızlar Adana ve civarına asker çıkarmışlardır.
   
Fransız işgal komutanı Adana ve kazalarının ileri gelenlerini toplar ve onlara, “Biz buraya adalet getirmek için geldik. Bazılarınız, bizim bu iyi niyetimizi anlamadan çete teşkilatı kurmakta ve bize karşı gelmektedir. Şunu biliniz ki, bizim adaletimiz ne kadar güçlü ise, zulmümüzde o kadar şiddetlidir. Bizi zulmetmeye mecbur etmeyiniz.” der.
   
Komutan bu sözleri söyler söylemez, Kozanlı Saim isminde bir genç ayağa fırlar ve salondaki kalabalığı işaret ederek şöyle bağırır: “General; biz düşmanın zaliminden değil adilinden korkarız. Siz bize zulmedin ki, şu salonda oturan insanlar utanıp vatanlarını kurtarsınlar.”
   
Adana’da kurtuluş hareketini fişekleyen bu sözler olmuştur. Adana’nın Saimbeyli kazasının ismi onun hatırasına hürmeten verilmiştir.
   
    Düşmanın iyi niyeti olur mu?
    Düşmandan adalet beklenir mi?
   
Mondros Mütarekesi’nde, İngiliz Amirali Ghaltrope 8. maddeye itiraz eden Rauf Orbay’ı ikna için: “ Askerlik şerefime yemin ediyorum, bu maddeyi asla İstanbul’un ve İzmir’in işgali için kullanmayacağım.” dedi, aldattı, imza ettirdi ve İstanbul’u da, İzmir’i de o maddeye dayanarak işgal etti.
   
Rauf Orbay’ın; “Nerede kaldı senin askerlik şerefin!” hakaretine karşı da tam bir İngiliz riyakârlığıyla, “Vatanımın menfaatinin yanında benim askerlik şerefimin sözü mü olur!” karşılığını vermekten çekinmedi.
   
    Daha ne kadar çok misal var biliyor musunuz?
    İbret için birkaç örnek anlatmak istiyorum:
   
Tanzimat’ın meşhur paşalarından Fuad Paşa, padişaha arz ettiği vasiyetinde bakın ne diyor: “Yabancı müttefiklerimiz içinde en önemlisi İngiltere’dir. Her ne olursa olsun, dünyanın en sabırlı, en metin milleti olan İngilizler, bizim en önde gelen ve en son vazgeçtiğimiz müttefiklerimiz olacaktır.  Bendeniz Babıâli’yi İngiltere’nin dostluğundan mahrum görmektense, birkaç vilayetimizi elden çıkmış görmeyi tercih ederim.”
   
Tanzimatın bir diğer bürokratı Ali Paşa da siyasi vasiyetnamede (1871) padişaha hitaben şöyle diyordu: “Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Avrupa’nın maddi çıkarları ile bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin bütünlüğü siyasi bir hayal olmaktan çıkıp bir gerçek olacaktı…
   
Sultanımıza bu (yabancı) şirketlerin mallarımızı elimizden alacakları söylenecektir. Bu konuşmaları dinlemeyiniz efendimiz… Tersine efendimiz, bu şirketler güven ve korunma unsuru olacaktır. Ortaklarımız olduklarına göre, çıkarları gereği haklarımızı, toprağımızı, malımızı koruyacaklardır. Uluslararası oldukları oranda iş yapma etkinlikleri de artacaktır. Zengin evin kâhyası, o evi yıkmayı ister mi? Efendilerinin yerine geçmek isterler mi?”
   
Fuad Paşa ve Ali Paşa Osmanlı Devleti’nin nasıl parçalandığını göremeden öldüler. Zengin evin kâhyası o evi yıkmakla kalmadı, Yunan’a, Ermeni’ye, Rus’a peşkeş çekmeye kalktı.
   
“Politikacı daima yalan söyler. Hele batılı ise hiç durmadan yalan söyler, zikzaklar yapar ve verdiği sözde asla durmaz.
   
İkinci Cihan Harbi’nde, Hitler verdiği bir sözü tutmamıştı da onu yalancılıkla itham etmişlerdi. Hitlerin buna cevabı bakın ne oldu: “ Ben ancak Alman milletine verdiğim sözleri tutarım.”
   
Bu dahi bir namus ölçüsüdür. En kötü politikacı ise kendi milletine verdiği sözü tutmayan politikacıdır.
   
Tanzimatın devşirme kafası cehalet, gaflet ve bazen ihanetle koskoca imparatorluğu bir çırpıda bitirdi. Mustafa Kemal ve Türk Milleti olmasaydı elimizde Anadolu da kalmayacaktı.
   
      Milli Şair Mehmet Akif’in ifadesiyle:
    “ Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

    Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
    Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
    Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
    Peki, tarihten ibret alan var mı?
    Tarihten ibret alınsaydı İslam dünyası böyle mi olurdu?

ABD’nin Dışişleri eski Bakanı Condelleeze Rice, “Irakta hatalar yaptık, ilerde bununla ilgili kitaplar yazabilirim” demiş. Ve ilave etmiş: “ Petrole insandan daha çok önem verdik.”
   
Batının lügatında gönül yoktur. Gönül olmayınca insan petrolden daha ucuz hale geliyor. İtalyan heykeltıraş Cellini Benvenuto’yu düşün. Rönesans’ın muhteşem canavarlarından biri. Birgün bir adam öldürür. Papaya şikâyet ederler. Papa kaşlarını çatar. “Bizim kanunlarımız avam içindir, dahiler için değil!” der.
   
Batı’nın kanunları Batı’ya çalışır. Türk’e ve Müslüman’a çalışmaz. Şu halde Batı’ya, Batı’lı siyasetçiye güvenilmez.
   
Fransız komünist partisi lideri Le Pen’in, “Le Defie De Demokrasi” isimli bir kitabı vardır. Bu kitabın ilk cümlesi şudur: “ Avrupalılar, İstanbul (konstantinople) fethinin rövanşını almadıkça yataklarında rahat uyuyamazlar.” Bu bir tek cümle, Batı âleminin Türkiye’ye bakışını özetleyen bir slogandır.
   
Bazıları Cemil Meriç’in, “Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalı’nın gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın” tespitinin artık demode olduğunu söyleyebilir.

    Ama bu tespit aynıyla vakidir.

“Biliyorsunuz, çeşitli nedenlerle Alman vatandaşlığına geçmiş Türkler var… Diyelim, bunlardan Ahmet oğlumuz Türkiye’den Fatma kızımıza gönlünü kaptırdı, kızı alıp Almanya ya getirecek. Kolay mı? Fatma’nın Ahmet’le evlendikten sonra Almanya’ya gelebilmesi için dil sınavına girmesi gerekecek, yani Yozgatlı, Çorumlu, Trabzonlu, Şırnaklı, Urfalı Fatma Almanca biliyorsa, kocasının yanına gelebilir. Peki, ya Ahmet oğlumuz, Japon’la, Hintliyle, İsrailliyle evlenirse? Yengemize Almanya’nın bütün kapıları açık. Almanca tek kelime bilmese bile. Bir başka örnek: Bir Alman Türkiye’ye gezmeye geldi. Fatma kızla tanıştı, aldı Almanya’ya getirdi. Fatma kızın Almanca bilip bilmemesi önemli değil, yeter ki kocası Türk olmasın.
   
Madem devletlerarasında mütekabiliyet vardır, benzer bir uygulamayı da Türkiye başlatsın. Alman gelinler Türkçe’den sınava sokulsun. Mümkün mü? Dünyayı yıkarlar başımıza. Ne insan hakları kalır, ne evrensel beyanname, ne de Avrupa uyum yasaları.
   
Bayan Merkel ve Mösyö Sarsoski Türkiye’nin Avrupa birliğine tam üye olmasına karşı çıkıyorlarmış, ayrıcalıklı ortaklık öneriyorlarmış. İnanmayın hepsi oyun. Avrupa’yı yönetenlerin Osmanlı ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tutumları hiç değişmemiştir. Kurtuluş Savaşı’nı ve Lozan’ı hiç unutmazlar. Hep Sevr ile Anadolu’yu parçalamanın eşiğinden döndüklerini anımsarlar. Bunun intikamını bir gün alacaklarını hayal ede ede bu hale gelmişlerdir. Bu hayalden asla vazgeçmezler.

    Keşke yanılsak…
    Sözlerimi toparlıyorum:
    Batı’lı Devletlerden birinin elçisi memleketine giderken Osmanlı sadrazamına vedaya gelmiş:
    “Dönüşte size ne getireyim?”
    Sadrazam gülümsemiş.
    “Yeni sorunlar yeni dertler getirme de ne getirirsen getir.”
    Anlatabildim mi, bilmiyorum…


YORUMLAR

  • 0 Yorum