Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


Duygu Ekonomisi

03 Nisan 2018 - 13:38

Yüce Yaratıcı, "İnanlar için yeryüzünde bir çok ayet, işaret olduğunu…"(51/20). İnsanların birbirlerine destek olmaları için farklı özelliklerde yaratıldığını(Enam165), yeryüzünde çeşitli geçim vasıtaları oluşturulduğunu(Hicr) söylüyor. "Yeryüzünü gezin, dolaşın…"(3/137;6/11) buyuruyor.
Kur'an-ı Kerim, deniz taşımacılığından(Hud11/37-38), dokumacılık sektöründen(Nahl16/80-92;sebe34/11), demir ve bakır madenlerinden(18/96;34/12) bahsediyor. "Savaş sıkıntılarından sizi korumak için zırh yapmayı öğrettik…"21/80 diyerek savunma sanayinin önemine dikkat çekiyor.
İlahi vahiy, "İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.(53/39) buyurarak çalışmayı;"Allah ticareti helal haksız kazancı haram kılmıştır."(2/257;4/29) diyerek ticaret hayatını iyiliklerde yarışın diyerek rekabeti teşvik ediyor.
Hz. Muhammed(sav) daha peygamber olmadan Hz. Hatice ile ticari ortaklık kurarak bundan yaklaşık 15 asır önce Mekke'nin sınırlarını aşarak Arabistan ile Mezopotamya'yı birleştiriyor, Asya'yı Afrika ve Avrupa'ya bağlıyordu. Bu ticari ortaklık sıcak bir aile yuvasına dönüşüyor, bu yuva ilahi vahyin iniş merkezini oluşturuyordu.(1)
Çalışmanın, seyahatin, ticaretin önemi buydu.
Kur'an ve Hz. Peygamber'in bu küresel yönünü ihmal ederek sembollerle ve şekillerle uğraşmaya başladığımızdan beri zillet ve fakirliğe mahkum olduk.
"Dünyamızda yaklaşık 7 milyar insanın yaşadığı 200 ülke var. Bunlar her yıl 50 trilyon dolar civarında mal ve hizmet üretiyorlar. Bunun yaklaşık dörtte biri Kuzey Amerika; dörtte biri Batı Avrupa; dörtte birini(Çin dışında) Doğu Asya; geriye kalan dörtte biri ise dünya nüfusunun geriye kalan dörtte üçü tarafından üretiliyor.
55 islam ülkesinde 1,5 milyardan fazla insan yaşıyor. Dünyadaki her dört insandan biri Müslüman. Fakat bu 55 ülkenin yıllık geliri ancak 80 milyon nüfuslu Almanya kadar. Japonya'nın yarısı, ABD'nin ise dörtte biri!
Demek ki, ya çalışmıyor, üretmiyoruz! Ya üretiyoruz da kazanamıyoruz! Tembel miyiz, beceriksiz mi, akılsız mı?..."(2)
Bu tablo karşısında düşünmek zorundayız. Bedenini yormazsan, aklın kendini yormaz. Beyin de bedenin bir parçası değil mi?... Sen kendini yormazsan kimse senin için yorulmaz.
Keth Moorhead'da dediği gibi:
"Durgun su kokuşur. Çağlayanlara ise, gökten rahmet yardımı gelir. Hiç kimse başarı merdivenlerine elleri cebinde tırmanmamıştır."(3)
Aziz Müminler!
Dünyamız küresel bir köye dönüştü. Böyle bir dönemde orduların ve cephe savaşlarının yerini ekonomik savaşlar aldı. Çalışan, üreten, araştıran toplumlar ilerledi. Büyük şirketler devlet yönetiminde söz sahibi oldular.
Sultan Abdülhamid'in Meclis-i Mebusan'ı açış nutkunda, geçmişte bu kadar çok ülkeler fethedeceğimize, 'tüccar bir millet' olsaydık ne kadar iyi olurdu, diye hayıflandığı nakledilir.(4)
Tüccar bir millet olmak için ticaret dilini iyi bilmek ve kullanmak gerekir.
Yıllar önce bir ayakkabı şirketinin sahibi Pazar araştırması yapmaları için Afrika'ya pazarlamacılar gönderir.
Birinci pazarlamacı, Pazar araştırması yaptıktan sonra patronunu aradığında şöyle der:
'Burada bizim için hiçbir fırsat yok. Çünkü burada kimse ayakkabı giymiyor'.
Birkaç ay sonra giden diğer pazarlamacı patronunu arar ve heyecanla şöyle der: 'Afrika'da inanılmaz fırsat var. Burada hiç kimsenin ayakkabısı yok'.(5)
Ticaret dili iyi kullanılır ve çalışılırsa her meslekte önemli ve başarılı işler yapmak mümkündür.
"Gerçek deha, olağanüstü şeyler yapmakta değil, son derece olağan şeyleri olağanüstü güzel yapmakta yatıyor."(6)
"Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ezici rekabeti yüzünden perakende dünyasında, şirketler de müşteriler de doğrularını tekrar gözden geçiriyorlar… Şirketler tüketici ile duygusal bire bağ oluşturmaya daha fazla önem vermeye başladılar… Duygu ekonomisine göre artık şirketler müşterileriyle duygusal anlamda daha yakın olmak, müşterilerini taleplerini önemsemek, onlara yeni deneyimler sunmak ve ilişkileri daha uzun ömürlü hale getirmek ve müşterinin gözdesi olmak durumundalar…"(7)
Duygu ekonomisinin özü ve başarılı olmanın yolu bu…
Türkiye'nin 2006 yılı ihracatı yaklaşık 80 milyar dolar. Bu rakam Japonya'da sadece Panasonic şirketinin 2005 yılı satış cirosudur.
Bu şirket bu seviyeye nasıl geldi?
"Panasonic markasını üreten Matsuşita firmasında 1976 yılında 30 bin dolayında insan çalışıyordu. Firmada yürütülen kalite programı çerçevesinde, her kademeden çalışanlar o yıl tam 660 bin yeni fikir önermişlerdi. Aynı firmada 1991 yılında 93 bin çalışan vardı ve o yıl yönetime önerilen fikirlerin sayısı 4 milyonu aşıyordu. 2005 yılında 80 milyar dolarlık küresel satış rakamına ulaşmak, başka nasıl mümkün oabilirdi?"(8)
Bundan dolayıdır ki Amerikalı bir işletme hocası şu soruyu soruyordu:
"Okullarımızdan her yıl binlerce muhasebeci, hukukçu ve iş idarecisi mezun olur. Bunların hayattaki ana gayeleri kârı arttırmak ve en yüksek düzeye çıkarmaktır. O halde Japonlar niçin tozumuzu silkeliyor? Niçin bu kadar berbat haldeyiz?"(9)
"Prof. Dr. Ömer Baybars tek, 'Pazarlamada Değer Yaratmak' isimli kitabında; 'Pazarlama Değeri', 'rakiplerin ürün ve hizmetleri ile karşılaştırıldığında, müşterilerin beklentilerini de aşarak, adeta onları mest edecek iş ve deneyimlerini sürekli olarak yaratmayı içerek stratejik bir devamlılıktır' şeklinde tanımlıyor."(10)
Müşterileri ve çalışanlarıyla duygusal bir bağ kurarak takım ruhu oluşturan ve böylece başarının zirvesine ulaşan bir örnekte Batı Avrupa'dan, Almanya'da vermek istiyorum:
"1900'lü yılların başında Bosch'un çalışanlarına % 62 daha fazla ücret ödediği ortaya çıktığında Robert Bosch 'çok param olduğu için fazla ücret ödemiyorum, fazla ücet ödediğim için çok param var' diyordu. İnsanların günde 15 saat çalıştığı dönemde o 9 saat çalışma sınırlaması getirdi. 1919 yılında şirket gazetesi çıkartıp, 1924 yılında başarı primi için değişik uygulamalar başlattı… Kazancının belli bir kısmını Ar-Ge'ye ve hayır işlerine ayrılması için vasiyette bulundu."(11)
Sonra dünya devi bir şirket doğdu…
Türkiye neden geride kaldı?
Prof. Dr. Ahmet Güner, 'Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması' adlı eserinde:
"19. asırda Avrupa üniversitelerindeki Türk öğrencileri arasında ekonomi doktorası yapan tek kişi yoktur. Japonlar ise Avrupa'da yabancı ekonomi öğrencilerinin başında gelmektedir."(12) diye anlatıyor.
"bizde çağdaşlaşma, Recâizâde'nin 'Araba Sevdası' ile simgeleştirdiği tarzda 'Lüks Yaşam' olarak algılandı…"(13)
Ve biz hala lüks yaşam, israf, simgeler, semboller ve şekillerle boğuşup duruyoruz.
1970'lerin sonlarına doğru Ecevit; İnönü'ye diyor ki: " Hep Nurcularla falan uğraşıyoruz, artık biraz da halkın ekonomik sorunlarıyla uğraşalım."
Halkın ekonomik sorunlarıyla uğraşmak.
Çağdaş Ekonomik anlayışın özü de budur.
Öğrenmeden, çalışmadan, üretmeden, pazarlamadan başarılı olmak; şirketlere gereken önemi vermeden, şirket dilini iyi öğrenip kullanmadan kalkınmak mümkün değildir.


YORUMLAR

  • 0 Yorum