Resulullah’da diğer tüm peygamberler gibi saltanatın tüm çeşitlerini reddetmiştir. O dünyevi liderliği zulüm ve sömürüye dayanan saltanat üzerine değil, hukukun üstünlüğüne dayanan ‘nübüvvet’ üzerine kurmuştur. Çünkü saltanat zulme dost, İslam düşmanıdır. Saltanat despotluğa, İslam şuraya dayanıyordu. Nebevi yönetim şahadeti, saltanat zevk-ü sefayı gerektiriyordu. Nebevi yönetimde hukuk yöneticiden, Saltanatta ise yönetici hukuktan üstündü. Biri hukuk devleti, diğeri imtiyaz devletiydi. (2)
‘Bir gün Hz. Ömer dedi ki :
‘Allah’a yemin ederim ki ben halife miyim, sultan mıyım bilemiyorum. Eğer sultansam vay halime’ (3)
Davut ve Süleyman gibi Kral peygamberler dahil tüm peygamberler devlet kurup başa geçmek, saltanat sürmek için değil, iman, ibadet ve ahlak mücadelesi vererek erdemli bir toplum oluşturmaya çalışmışlardır. Bu nedenle Hz. Muhammed’in mücadelesi de siyasi bir mücadele değil bir hak, hukuk ve özgürlük mücadelesidir. (4)
Böyle bir durumda nasıl oldu da saltanat Müslümanların yönetim şekline dönüştü ?
Bunu anlamak çok zor…
Belli bir devlet yönetimi, hilafet, saltanat, padişahlık Kur’an-ı Kerim de yer almaz. Kur’an’ ın koyduğu hükümler evrenseldir, zamanın ve mekanın değişmesiyle değişmez. Daha doğrusu Kur’an zaman ve mekana göre değişen kurallar koymaz. Siz hilafetten, saltanattan, şahlıktan vazgeçebilirsiniz ama, adaletten, şuradan, emanetleri ehline vermekten vazgeçemezsiniz.
Kur’an-ı Kerim körü körüne inanmayı emretmez. Hz. Peygamber’ de ashabından, sadece dini bir hüküm verdiğinde kendisine itaat etmelerini, beşer sıfatıyla yaptıklarını veya söylediklerini kabul etmek zorunda olmadıklarını kendilerine defalarca söylemiştir (Buhari,Hars,15)(5)
Hz. Peygamber, vefatından sonra nasıl bir yönetim olacağına ve yerine kimin seçileceğine dair herhangi bir şey söylememiştir. Bu konuda kendisine ısrarlı sorular sorulduğu halde, o bu konuyu Müslümanların iradesine bırakmayı uygun görmüştür. (6)
Emevilerden itibaren hilafet yozlaştırılarak saltanata dönüştürlmüştür. Hilafet, Hz. Peygamber’in dünyevi temsilciliğinden uzaklaştırılarak ‘Allah’ın Halifesi’ ve arkasından da ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ unvanlarıyla siyasi oteritelere dini dayanak yapılıyordu.
Hulafa-i Raşidin döneminden sonra halkın devleti, devletin halkına; Allah’ın kulları, halifenin kullarına, halkın beytülmalı halifenin özel hazinelerine, insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışı, sultanı yaşat ki biraz daha saltanat sürsün anlayışına dönüşecektir…
Öyle bir zaman geldi ki:
Hilafet adı verilen bu kurumun kanatlarındaki son tüyleri de yolarak garip bir kuşa çevirdiler. Artık bu kurum hutbelerde ad okutmak, cübbe giymek ve paraların üzerine isim yazmaktan öte bir değer ifade etmiyordu. Laçkalaşan bu kurum artık dokuzuncu yüzyıldan sonra yaptırım gücünü tamamen yitirerek sembolik bir hal aldı. Ayakta durabilmek için bir sultaya muhtaç hale geldi. Kim daha zorbaysa, kim daha baskın çıkarsa onun tarafına geçiyor, onun saltanatına kaldıraç oluyordu. Böyle bir hilafetin varlığı, yokluğundan daha tehlikeli bir hale gelmişti. (7)
Hilafet Osmanlı Devleti’ne ne verdi ?
Hilafet müessesesi hangi hukuki, iktisadi, dini, ve sosyal yaraya merhem olmuştur? Osmanlının Müslüman halkı bu müesseseyle hangi hakları elde etmişlerdir? Halifelik, Osman ve Orhan beylerin saltanattan uzak, hilafetsiz olarak cihat ve adaletle kurup yönettiği Osmanlı Devletine hiç de hayırlı şeyler katmadı. (8)
Osmanlı Devleti hilafetsiz kurulmuş, halife olduğu halde yıkılmış; hilafetsiz yükselişe geçmiş, halifeyle gerileme dönemi başlamış; hilafetsiz Hz. Peygamber’in müjdesine nail olarak İstanbul’u fethetmiş, halife olduğu halde kutsal topraklar elimizden çıkmıştır. Devleti perişan eden Kadızadelere, Cinci hocalara, Patronu Halillere ‘ halife ’ söz geçirememiştir.
İlk Müslüman sosyolog İbn Haldun: ‘‘ Hilafet, İslam’dan önce Araplarda var olan başkanlıkla ilgilidir. Hilafet, saltanata geçmek için bir ara idare şeklidir…’’ diyor. (9)
‘‘ Büyük İslam alimi Dehlevi ise Emevi ve sonraki sultanların yönetimleri hakkında şunları söyler: ‘ Onların hükümeti, Mecusilerin hükümeti gibidir. Yalnız şu farkla ki, bunlar namaz kılıyorlar, dilleriyle şahadette bulunuyorlar. ’’(10)
Ezher alimlerinden Ali Abdurrezzak da Türkiye ‘deki gelişmelerden etkilenerek; hilafet güce dayanır, başlangıçta islam’da görülen devlet dini bir devlet olmayıp Arap devletiydi; hilafetin din ile bir ilgisi yoktur; hilafet dini değil siyasi bir makamdır. İslam hilafeti ne emretmiştir ne de yasaklamıştır, diyordu. Bu sözleri tepkiyle karşılandı, ama zaman Ali Abdurrezzak’ı haklı çıkardı.(11)
İlk Adliye Vekillerinden, Büyük İslam Hukukçusu Mehmet Seyit Bey Meclis’ de yaptığı konuşmalarda: ‘Muhterem efendiler! Hilafet meselesi dini olmaktan çok dünyevi bir meseledir… Onun için dini naslarda bu mesele hakkında tafsilat bulunmaz. Kur’an’da hilafet şekli hakkında hiçbir ayet-i kerime yoktur. Kur’an-ı Kerim hükümet ve memleketin iradesi konusunda bize iki düstur göstermiştir. Biri meşveret, diğeri ulul emre itaattir.’ diyordu. (12)
Daha 1919 yılının sonlarında saltanat mensubu bir şehzade olan Abdülhelim Efendi şöyle diyordu :
‘Bu saltanat bitmiştir. Bizden bu millete hiçbir hayır beklenemez artık. Bizi bir kenera atarak millet kendini kurtarmalıdır.’ (13)
Şu halde hilafet, Saltanat gibi hükümetler aslında bir nebevi hilafet değil, Hz. Peygamber’in de buyurduğu gibi ısırıcı bir Saltanattan ibarettir. İmam Azam hem Emeviler hemde Abbasiler döneminde yaşanmıştır. Ne Emevi hilafetini nede Abbasi hilafetini kabul etmiş, hatta devrin zalim halifelerine karşı cephe almıştır. (14)
Peygamber torunu Hz. Hüseyin’i kerbela’da canice katledenler, İmam Azam gibi büyük bir dehayı zindanlarda çürütüp sonra da zehirleyerek öldürenler, Saltanata ortak olacak diye kundaktaki şehzadeleri boğduranlar nasıl olurda islam’ın halifesi olabilirler?
Elbette bütün halifeler ya da Sultanlar böyledir demiyorum. Kendi özel gayretleriyle halka ve hakka hizmet eden Ömer b. Abdülaziz, Selahaddin Eyyubi, Sultan Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Kanunu Sultan Süleyman gibi dehaları da minnet ve rahmetle anıyorum.
Cumhuriyete gelince :
Toprağını karasabanla süren, toplu iğne dahi üretemeyen, kefen bezini Amerika’dan getirip, adını Amerikan Bezi koyan yoksul bir toplum, hem kalkınmak istiyor, hem de savaşın yaralarını sarmaya çalışıyor.
Bunun için yeni bir yönetime ihtiyaç vardı. Aslında Osmanlı Devleti Tanzimat, Meşrutiyet, Kanun-i Esasi, Büyük Millet Meclisi gibi kurumlarla bu arayışını sürdürdü.
‘ Atatürk Meclis’i topluyor, ‘ Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ‘ diyor, çok partili hayata geçmek istiyor , Terakki Perver Cumhuriyet Partisini kuruyor, Serbest Fırka’yı kurduruyor.’ (15)
Atatürk demokratik Cumhuriyet için yola çıkıyor ama biz bürokratik Cumhuriyet kuruyoruz.
Mustafa Kemal Paşa diyor ki :
“Türk Milleti’nin tabiat ve adetlerine en uygun yönetim şekli Cumhuriyet’tir.” (16)
“Türkiye Cumhuriyeti; her anlamda Büyük Türk Milleti’nin öz ve değerli eseridir. Kıymetli evlatları elinde daima yükselecek, sonsuzluğa kadar yaşayacaktır.” (17)
Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyeti doğru anlamalıyız. Cumhuriyet; vatandaşların kaderini, kişilerin vicdanına bağlı olmaktan çıkarıp sistemin garantisine, hukukun korunmasına bırakmaktır.
Cumhuriyet ; Millet olmanın, birlikte sevinmenin, birlikte üzülmenin adıdır.
Cumhuriyet; adam olmak, adam gibi yaşamak, hür olmak, özgür olmaktır.
Cumhuriyet: kurşun sıkmak değil, oy saymaktır. Yönetimin kavgasız, kansız, kinsiz, halk iradesiyle el değiştirmesidir.
Cumhuriyet; Delibaşların, Aznavurların, Gavur İmamların, Şeyh Saidlerin egemen olduğu bir yönetim değil, mühendislerin, akademisyenlerin, aydınların, sanayicilerin, sanatçıların söz sahibi olduğu, Cumhuriyet için çalıştığı, Türk Milleti için yarıştığı bir sistemdir.
Cumhuriyet’in özelliği hür düşünce, serbest teşebbüs, korkusuz yaşam, sonuç alan bağımsız yargı, Milletin her kesiminde varlığını gösteren adalet ve kalkınmış Türkiye’dir. Cumhuriyet Fazilettir, kanun hakimiyetidir, halkın en üst olmasıdır. (16)
Cumhuriyet; meydan okumaktır. Tutsaklığa, çaresizliğe, cehalete, karanlığa, fakirliğe, ümitsizliğe, bölücülüğe, yobazlığa meydan okumaktır.
Cumhuriyet bizden, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” yetiştirmeyi bekliyor.
Bu duygularla halkın egemen olduğu Cumhuriyeti kurmayı Rabbim bizlere nasip etsin, Cumhuriyeti kuranların ve Gazi Mustafa Kemal’in ruhları şad olsun.
Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun.
YORUMLAR