Türk Milleti en az beş bin yıllık tarihi bir geçmişe, bin yıllık İslami bir geleneğe, 600 yıllık Osmanlı idaresine, yaklaşık 90 yıllık Cumhuriyet yönetimine sahip büyük bir millettir.
Bu büyük millet yine 134 yıllık bir Meclis-i Mebusan, 90 yıllık bir Türkiye Büyük Millet Meclisi tecrübesi yaşamıştır.
Tarihi geçmişimizin zengin mirası arasında yer alan Tanzimat, Meşrutiyet, Kanun-i Esasi, Meclis-i Mebusan, Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet uygulamaları, aslında Milli İrade’nin olgunlaşarak tesis edilmesinden ibarettir.
Kısaca Büyük Türk Milleti böylesine zengin bir siyasi gelenekten ve engin bir demokratik kültürden gelmektedir.
Aslında Yüce Allah Kuran’ı Kerim’de:
“Yönetim işlerinde onlarla istişare et…”(Al-i İmran 3/159) diyor. “Onlar toplumsal işlerini aralarında danışma yolu ile görürler…” (Şura 42/38) buyuruyor. “Onlar ki, sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte Allah’ın kendilerine doğru yolu gösterdiği kimseler bunlardır…”(Zümer 39/18) diye beyan ediyor.
Bu ayetler konuşmanın, danışmanın, tartışmanın önemini anlatan ayetlerdir.
Cenab-ı Allah, yeryüzünde Âdem’i yaratacağı zaman meleklerle istişare etmiş ve onların fikrini sormuştur.(Bakara 2/30)
Hz. Peygamber, bu ayetleri hayata taşıyor, bütün işlerinde istişare ediyor, danışarak, tartışarak kararlar alıyordu.
İlahi vahyin bu ilkeleri ve Hz. Peygamber’in bu uygulamaları Hz. Ömer’in yönetiminde büyük bir anlam buldu ve Hz. Ömer bu tavrıyla Cumhuriyet idaresinin en temel kurumu olan Meclis oluşturarak toplum iradesinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Bu uygulamalar daha da ileri götürüleceği yerde bundan uzaklaşıldı. Görüşmenin, danışmanın, tartışmanın yerini despotluk, diktatörlük aldı. Allah rızası için insanlara hizmet edenlerin yerine Allah adına insanlara zulmedenler geldi. Kral, sultan, han, hakan, şah buyrukları kutsal fermanlara dönüştürülerek Tanrı kelamının önüne geçirildi.
Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e hitaben:
“Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin” derken;
“İslam toprakları bugün cehalet, atalet, vesayet ve ihanetin pençesi altında. Bir yanda diktatörler… Öte yanda, kimliğinden ve değerlerinden koparıldığı için, Doğu’ya da Batı’ya da ait olmayan vesayetçi rejimler…”
Neden İslam dünyasında açık rejimler, hesap veren yönetimler, milli iradeye dayalı iktidarlar yok? Neden İslam dünyasında hür seçimler, saygın parlamentolar, özgür iktidarlar yok? Neden İslam dünyasında vesayetçi rejimler, zorba iktidarlar, halka tepeden bakan despot liderler hâkim? Neden İslam ülkelerinde hala ihtilaller oluyor, muhalefet liderleri öldürülüyor, mili iradenin önü kesiliyor?
İşte İslam ülkelerinin en büyük açmazları…
Hala kavga ediyoruz: Allah’ın iradesi mi, milletin iradesi mi? Böylece Hak ile halkın arasını açıyoruz…
“Kuran’ı Kerim’e göre siyasi egemenlik tamamen insanlara aittir. Siyasi hâkimiyetin Allah’a ait olduğu iddiası teokratik iddiadır. Bunun adresi İslam değil, Hıristiyanlıktır… İnsanın egemenliği Allah’ın egemenliğinin bir alternatifi değildir. Ne yazık ki, İslam ümmeti Allah ile aldatılmıştır…
Halktan esirgediğimiz egemenliği götürüp bir kişiye, sultana, hakana peşkeş çekiyoruz. İslam adına bu mantığı anlamak mümkün mü?
Milli iradenin tesisinde yine İslam dünyasına Türk Milleti ve Atatürk örnek olmuştur.
1876’da Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe girmesiyle açılan ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan’daki Gayr-i Müslim ve Gayr-i Türk mebus sayısı, Türk mebuslardan çok fazladır. Çok ilginçtir ki bu meclisin ilk toplantısında, İngiltere Parlamentosu tarafından gönderilen: “Dünyanın en eski parlamentosunun, dünyanın en genç Millet Meclisi’ne” başarılar dileyen imalı mesajı Meclis’te çılgınca alkışlanmıştır.
Bu Meclis’in, Osmanlı menfaatini koruyamayacağını anlayan II. Abdülhamid tarafından tatili uzun sürmeyecektir. İşte size bu Meclis’ten bazı görüntüler:
Balkan Harbi’nde Edirne’nin müdafaa planlarını Bulgarlara teslim eden Bulgar asıllı Pençederof; Arnavutluk’u İtalyanlara peşkeş çekmek için çırpınan ve İşkadra Müdafii Hasan Rıza Paşa’yı öldürten Esad Toptanî; Bağımsız Ermenistan adına yemin eden Karakim Pastırmacıyan; Ege yöresinin Rumluğunu(!) ispata çalışan Karolidi bu Meclis’te İzmir Mebusudur…
Meclis-i Mebusan’dan birkaç sima bunlar. Böyle bir Meclis’te Türk Milleti yararına bir hizmet olur muydu?
Olmadı da zaten…
Zaman adım adım Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru akıyordu.
Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey 17 Aralık 1908’deki açılış konuşmasında temel felsefelerinin “Hâkimiyet-i Milliyenin kuvvetli bir şekilde kurulması” olduğunu vurguluyordu…
Daha 1910’da Sarıklı Hoca Elmalılı Hamdi Efendi “Hâkimiyet-i Milliye hilafetten üstündür” diye yazıyordu…
“Osmanlı Meclis zabıtları “İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye” gibi kavramlarla doludur.
Erzurum Kongresi’nin en önemli kararı şöyle ifade edilecektir: “Kuvayi Milliyeyi âmil ve İrade-i Milliyeyi hâkim kılmak!”
Mustafa Kemal’in Sivas’ta çıkaracağı gazetenin adı ‘İrade-i Milliye’, Ankara’da çıkaracağı gazetenin adı ‘Hâkimiyet-i Milliye’ olacaktır.
Ve 23 Nisan 1920 Cuma günü açılan Meclis’te kürsünün üstüne değişmez bir prensip yazılacaktır:
“Hâkimiyet Milletindir!”
Millet Hâkimiyeti’ni Mustafa Kemal şöyle özetler:
“Milli Egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtalar batar, mahvolur. Milletin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”
Bu nedenledir ki Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Harbi’ne Büyük Millet Meclisi açarak başlamış, Meclis’te yapılan eleştirileri sonuna kadar dinlemiş, yeri geldikçe Meclis’te hesap vermiş, eleştirilere tahammül edemeyip Meclis’i susturmayı önerenlere ‘Ben Meclis olmadan iş yapamam’ diyerek demokrasi dersi vermiştir.
“12 Ocak1920’de İstanbul’da Meclis-i Mebusan (son kez) açılır. 28 Ocak’ta Misak-ı Milli ilan edilince işgal kuvvetleri öfkelenir. 4 Mart’ta Celalettin Arif, Meclis başkanlığına seçilir. 16 Mart’ta İstanbul resmen işgal edilir. İki gün sonra Meclis son olarak toplanıp tatile girer… 9 Nisan’da birçok milletvekili gibi Meclis Başkanı Celalettin Arif de Ankara’ya gelir ve 10 Nisan’da bir bildiri yayınlayarak milletvekillerini Ankara’da toplanmaya davet eder. Ertesi gün Sultan Vahdettin Meclis’i feshettiğini bildiren iradeyi yayımlar…”
Böylece Meclis-i Mebusan tarihteki yerini alır.
“19 Mart 1920: Mustafa Kemal, ‘olağanüstü yetkiler taşıyacak bir Meclis’in Ankara’da toplanmasının sağlanacağını ilan etti. Meclis’le ilgili bildiri doğrultusunda yurdun her yerinde seçimler yapıldı. 22 Nisan 1920’de yapılan çağrıyla Millet Meclisi 23 Nisan’da toplandı…”
Böylece Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra Kuran okunarak, hatimler yapılarak, dualarla açılmıştır…
“24 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanı seçilir, Meclis-i Mebusan’ın son başkanı Celalettin Arif Bey ise ikinci Başkan’dır. Aynı gün ilk kanun çıkar. Ne kanunu biliyor musunuz? ‘Ağnam’ yani koyun, keçi vs. vergi kanunu. İşin ilginç yanı şu ki, bu kanun, İstanbul Meclisi’nin son görüştüğü kanundur…”
Görüyorsunuz değil mi?
Osmanlı Meclis-i Mebusanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi adeta birbirinin devamı, birbirini tamamlayan iki kurum…
Osmanlı Devleti İle Türkiye Cumhuriyeti de böyle. Bunlar ayrı ayrı milletlerin kurdukları iki devlet değildir. Biri babamızsa diğeri dedemizdir. Bunları bilelim. Ama yıllarca Osmanlı’ya hakaret edildi bu memlekette Cumhuriyet adına!... Ne alakası var!.. Bugün de Cumhuriyet’e hakaret edenler çıkıyor. Aynı yanlış değil mi? Babasına söven adamla dedesine söven adam arasında ne fark var?.. Osmanlı’ya hakaret etmek Cumhuriyet’i savunmak olarak anlaşılmıştır… Artık bu yanlışları düzeltelim.
Cumhuriyet bilgiyle, teknolojiyle, akılla, çalışarak, üreterek, okuyarak savunulur. Mesele budur…
Milli kahramanları ve kurumları, karşı karşıya getirmek veya birbirinin alternatifi gibi sunmak büyük bir felaket olur. Ne kadar çok kahramanımız, ne kadar çok kurumumuz olursa o kadar zengin olduğumuz ortaya çıkar.
“23 Nisan’da Ankara’da Meclis açıldığı zaman, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’dan farklı bir isim kabul edildi ‘Büyük Millet Meclisi’. Cumhuriyetle birlikte bu isim Türkiye Büyük Millet Meclisi adını aldı… ‘Büyük’ olan Türkiye değil; zira ‘büyük ibaresi’ Türkiye’den sonra geliyor. Büyük olan ‘Millet Meclisi’dir. Yani bu Meclis’ten daha büyük bir mevki ve makam yoktur. Çünkü bu meclis, Millet iradesinin tecelli ettiği yerdir…”
23 Nisan 1920 Cuma günü çekilen fotoğrafa bakıyorum. Kaputlusu, şapkalısı, feslisi, sarıklısı Meclis balkonunda tek vücut halinde…
Kimisi İstanbul’dan son Meclis’ten çıkarılarak sürüldükleri Malta’dan, kimisi Dersim’in dağlarından ve mezralarından, kimisi ilim yuvalarından, kimisi vaaz verdikleri cami ve mescitlerden Meclis’e katılmışlar… Ranzalarda yatmışlar, karavanayı paylaşmışlar… İki tane otomobil, biri Gazi’ye ait…”
Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in Müsteşarının bineği harbe gidemeyecek kadar zayıf olan bir katırdır…
Bakanlık müsteşar ve genel müdürlerinin masaları Avusturya’dan vaktiyle ithal edilmiş şeker sandıklarıdır…
İstanbul Meclis-i Mebusan’dan Ankara’ya gelmiş olan Selahaddin Adil Bey gaflete düşer ve Meclis’te maaşına zam ister. Kıyamet kopar, Meclis ayaklanır. Bu Millet’ten, bu azap dolu günlerde maaşa zam istemek… Selahaddin Adil Bey isteğinden vazgeçer ama bir hafta sokağa çıkamaz.”
Bu soylu Meclis, bu şartlarda, İstiklal Harbi’ni yönetir, vatanı kurtarır, Cumhuriyet’i ilan eder, devrimleri gerçekleştirir ve kalkınma hamlelerini başlatır.
8 odalı Meclis’ten, tahta oturaklardan ceylan derili koltuklara terfi ettik… O Meclis 7 düvele meydan okumuştu… Bu Meclis bir avuç bölücü teröristin işini bitiremiyor...
İlk Meclis Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının, ilk Meclis’in onurlu üyelerinin ruhları şad olsun.23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum…
YORUMLAR