“Büyük İskender Afganistan’a kadar yaptığı seferde denizde bir korsana rast gelir.
Korsanı huzuruna getirirler, hesaba çeker Büyük İskender. Ve azarlayarak sorar korsana:
‘Niçin korsanlık yapıyorsun?’
Korsanın cevabı şöyledir:
‘Yaptığım iş seninkiyle aynı. Fakat benim büyük gemilerim ve ordum olmadığı için ben korsanım, sen imparator.’” (1)
Hukukun, vicdanın ve ahlakın katlettiği, gücü eline geçirenin uluslar arası jandarmalığa soyunduğu bir dünyada yaşıyoruz.
“İnsanlık; gücün, silahın ve paranın karşısında yenildi. Elinde silah, para ve güç olan azgınlık kazandı, zalime dönüştü.
Amerikalı general elindeki petrol bidonuyla Irak’a girdi. Bidonu merdiven altına gizleyerek koca postallarıyla hastanenin merdivenlerinden çıkarak çocuklar koğuşuna girmeli. Orada, iki eli bileğinden kopmuş bir kız çocuğu var. Ona ne getirdiğini söylemeli…
Barış, demokrasi, özgürlük!..
Ekmek, şeker, dondurma!..
Amerikalı general ona ‘Bak sana ne getirdim!’ deyip neyi uzatırsa uzatsın, küçük kızın elleri yok; artık tutup alamaz…
Ne demokrasi, ne özgürlük, ne barış…
Hatta ne şeker, ne dondurma, ne oyuncak bebek…
General artık merdiven altına gizlediği bidonunu alıp petrol kuyularına koşabilir…” (2)
“Bir gün dünyada insanlar vardır, fakat ‘insanlık’ yoktur. Bu durum, insani davranışları öne çıkaran bireylerin oluşturacağı toplumların hakim olacağı döneme kadar devam edecektir. Tabi bu süre zarfında dünyada insanoğlu kalırsa.” (3)
Yakaladıkları Iraklı bir direnişçiyi Amerikalı askerler sorguya alırlar. “Biz, size özgürlük ve ekmek getiriyoruz. Niçin direniyorsunuz?” Iraklı direnişçi silahları, bombaları gösterir ve “Bunlarla mı?” diye sorar…
Bu cevap medeniyetin sahte yüzüne indirilen muhteşem bir tokattır.
Özgürlük ve ekmek ne zamandan beri misket ve salkım bombalarıyla, tank ve toplarla, işgal ve istila ile geliyor. (4)
“Onlarca Iraklı sivil-esir, ellerinde beyaz bayraklar diz çöktürülüp dünyaya saatlerce teşhir edildiğinde sesi sedası çıkmayanlar, ertesi gün, beş Amerikalı asker-esir, oturdukları sandalyeden veya uzandıkları sedirden resimlendiğinde bunu ‘Esirlerle ilgili 1948, 1949 Cenevre Konvansiyonu’na aykırı, hukuka aykırı…’ diye eleştirebilen Amerikalı yetkililere seslenmeliyiz:
Utanmalısınız!..” (5)
Tabi utanacak yüzünüz varsa!..
Kan özgürlüğün bedeli ise ter de ekmeğin bedelidir. Özgürlüğümüzü korumak için daha çok ekmek üretmeliyiz.
Şunu da unutmayalım:
Özgürlüğünü kaybeden ekmeğini de kaybeder. Bu nedenle özgürlük ekmekten daha önemlidir. Ekmek peşinde koştuğumuzdan daha çok özgürlük peşinde koşmalıyız. Çünkü ekmek size özgür bir dünya veremez, ama özgürlük insana hem ekmek, hem onur, hem mutluluk verir.
Aman özgürlüğünüzle başkalarının özgürlüğünü çiğneyerek zalime dönüşmeyin.
Müslüman ülkeler bağımsız olmuşlardır ancak özgür olmamışlardır. Ve “İslam toplumları ‘dindarlığın’ özgürlükle paralel bir anlama geldiğinin farkında değildirler…” (6)
“Bu ülke, İslam dünyasının hiçbir toprağında hayal edilemeyecek kadar büyük ölçüde bir özgürlük nimetine sahiptir… İslam adına bu ülkede konuşabildiğimizin onda birini başka bir ülkede konuşmamız mümkün değildir…” (7)
Bu özgürlük nimetini ekmeği çoğaltmak, sofrayı büyütmek için kullanmak yerine, birbirimizi alt etmek için kullanıyoruz.
Ve biz tanzimattan beri kavga ediyoruz. Birbirimizi perişan ettik. Yeter artık… Biz barışmak, biz kaynaşmak, biz birleşmek istiyoruz.
Türk Milleti’nin özgürleşmesinin temellerini atan Atatürk’e ve Cumhuriyet’e sahip çıkmak istiyoruz.
Ülkemize, bayrağımıza, şehidimize sahip çıkmak istiyoruz. Şehitleri bahane ederek tartışmak, ayrışmak, bağrışmak, dövüşmek istemiyoruz. Böyle bir tablo ancak bölücüleri, hainleri mutlu eder…
Cumhuriyet bizden birlik, beraberlik, hizmet ve ekmek bekliyor.
Cumanız mübarek olsun…
YORUMLAR