Reklam
Ahmet Kocabaş

Ahmet Kocabaş


TÜRKÇE EN BÜYÜK DEĞER: KORUYALIM

03 Nisan 2018 - 13:38

Ünlü yönetmen Metin Erksan bir anısını şöyle anlatıyor: “Süleymaniye Camii’ne hayran bir Alman aydını, “Bana bu heybetli yapının müziğini bulun” diye diretti. Şarkılar, türküler, deyişler dinlettik. “Hayır!” dedi. “Süleymaniye’nin musikisi bunlar olamaz…” Üç gün sonra Taksim’de Lufthansa Hava Yolları bürosundan dönüş bileti alırken ansızın bağırdı; “O müziği duyuyorum…” ve koşarak Harbiye Orduevi’ne yöneldi. Orada Mehter Bölüğü marşları çalıyordu. Adam, mehterin tam ortasına kadar girip seslendi: “İşte bu!.. Süleymaniye’nin müziği bu!..”

Gerçekten de Süleymaniye gibi bir mabede mehter gibi bir musiki yakışır. Bunu da bir Alman aydını tespit ediyor…

Türk Edebiyatı’nın zirve isimlerinden biri olan Yahya Kemal âdeta ıstırap çeker gibi diyor ki:
“Çok insan anlayamaz eski musikimizden,
Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden.”

Türk milletini anlamak için onun değerlerini ve geleneklerini iyi bilmek gerekir. Vatan ve bayrak bir değerdir; dil ve din bir değerdir; tarih ve kültür bir değerdir… Türk Ulusu’nu millet yapan ve birbirine bağlayan bu değerlerdir, bu geleneklerdir.

Bu değerlerin en önemlilerinden biri, hatta en önemlisi Türk Dili, güzel Türkçemizdir.

Bu nedenle yine Yahya Kemal Beyatlı: “Bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir.” diyor. Gelin değerlerimizin, geleneklerimizin ve güzel Türkçemizin yozlaşmasına fırsat vermeyelim!

Şair ne güzel anlatmış:
“Güzel dil Türkçe bize / Başka dil gece bize
İstanbul konuşması / En saf, en ince bize”

Yunus Emre gibi bir halk ozanı Türkçenin en ince, en muhteşem sözlerini bakın nasıl sıralar:
“Şol cennetin ırmakları / Akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslam bülbülleri / Öter Allah deyu deyu”
Bu dörtlüğü, başka hangi dilde bu kadar saf, bu kadar güzel dizebilirsiniz?

“Bu toplumun şahsiyet kazanıp milletleşebilmesini iki temele dayandırmak mümkündür: Dil ve Din…” Bu iki temele, milli kültürümüzü de eklemek zorundayız. Nitekim Ekim 1989’da İstanbul’da yapılan XVI. Avrupa Eğitim Bakanları Daimî Konferansı’nda üç şey üzerinde önemle durulmuş ve tartışılmaksızın kabul edilmiştir. Bu üç şey dil, din ve kültürdür. İnsana saygınız varsa diline, dinine, kültürüne karışmayın denilmiştir. Dilini, dinini ve kültürünü kaybeden bir millet kimliğini, neslini ve geleceğini kaybeder.

Unutmayalım ki, Hindistan’ın büyük lideri Gandi’yi Gandi yapan, kendi kültürüne ve geleneklerine bağlılığıdır. Japonya, geleneklerini inkâr ederek değil, çağdaş batı anlayışını Japon kültürü üzerine inşa ederek bugünkü gelişmişlik seviyesine ulaşmıştır.


Ne yazık ki, bugün ülkemizde ecnebi gelenekleriyle birlikte yabancı dil eğitimi yapılmaktadır. Neslimiz âdeta her şeyiyle batı geleneklerini taklit eder duruma gelmiştir. Çocuklarımıza yabancı dil öğretilmesine, hem de en az üç lisan öğretilmesine evet; ancak yabancı dil eğitimi adı altında kültürümüzün ve geleneklerimizin yozlaştırılmasına ise hayır diyoruz.

Mozart, Beethoven, Shakspeare, Dante, Voltaire âdeta kültürümüzün bir parçası haline gelirken; Dede Efendi’yi dinleyen, Itri’yi anlayan, Fuzuli’yi tanıyan bir nesil gittikçe azalmaktadır. İngilizler, Fransızlar altı asır önceki eserlerini orijinal metinlerden çok rahat okuyup anlarken; bizim çocuklarımız elli, altmış yıl öncesinin Türkçesi ile yazılan Atatürk’ün Nutuk’unu, Akif’in Sefahat’ini, Cumhuriyet’in en büyük projesi olan Elmalılı’nın Hak Dini Kuran Dili isimli tefsirini sözlük yardımıyla ya da sadeleştirilmiş yapıtlarından anlayabilmektedirler.

Neden?

Bu bir katliamdır; dil katliamı, kültür katliamıdır.
“Tarihte büyük medeniyetler kurmuş milletlerin Türkçede tamamıyla millileşmiş kelimelerini atıp, yine tarihte Türk milletine en büyük kötülüğü yapan Moğollar gibi barbar bir kavmin kelimelerini, bu millete Türkçedir diye kabul ettirmeye kalkmak… Şaşkınlıktır.
Hakikat şudur ki; Türk milleti gibi asırlarca dünya sathında konuşmuş, büyük ve fatih bir milletin dili özdil olamaz, imparatorluk dili olur…”

Türk milletine ve Türk Dili’ne de böylesi yakışır.
Bu nedenle; arı dil olmayacak bir hayaldir.

Mesela; su, çay Çinceden; lokanta, kiremit İtalyancadan; tuğla, iklim, klima, kibrit Yunancadan dilimize geçmiş, bizim olmuştur. Onları biz Türk ağzıyla söyleyerek Türkçeleştirdik.

Artık şunu unutmayalım ki:
“Bugün de düşmanlarımızın bizden çalıp koparmak istedikleri üç kutsal değer verdir:
1-    Milleti birbirine bağlayan güzel bir dil,
2-    Türk milletini dünyanın en ahlaklı, en medeni ve büyük güç haline getiren Türk Müslümanlığı,
3-    Türk çocukları için daima büyük şeref ve güven kaynağı olan, milli tarih ve ecdat sevgisi,

Şimdi dikkat edersek, açıkça görürüz ki elimizden gidenler hep bunlardır.
Bugün artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve birçoklarımız kendi tarihine küfürler savurarak yetişiyor. Eğer Türkçeyi kaybedersek her şeyi kaybederiz. İki dil diye ortaya çıkanlar da bunu çok iyi biliyorlar.

Kuran-ı Kerim bizi uyarıyor: “Siz kendinizdeki güzel şeyleri değiştirmezseniz Allah sizi değiştirmez” diyor.

Gelin dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi, değerlerimizi değiştirmeyelim ve bunlara sahip çıkalım.
Sözlerimi Fuzuli’nin duası ile bitiriyorum:
“Ben Türk’üm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım benden iltifatını esirgeme!

Cumanız mübarek olsun…


YORUMLAR

  • 0 Yorum