Köy ve beldelerde yaşayan nüfusumuz son verilere göre 6 milyon civarında imiş. Bu sayı ülke nüfusunun %8´ ine denk geliyor.
1960´lı yıllardan itibaren köylerin nüfusunu azaltmak için çok yoğun ama gizli bir kampanya sürdürüldü. Girdiler sürekli artarken, arttırılırken buğday, arpa, tahıl, bakliyat, sebze, meyve fiyatları ya yerinde saydı ya da çok az arttırıldı. Öyle olunca da çiftçinin karnı doymaz, çorbası kaynamaz oldu. Genç köylüler fabrikalara işçi, apartmanlara kapıcı, temizlikçi, belediyelere çöpçü olmaya teşvik edildi. “Bize plan değil pilav” lazım diyenler, “her köşe başında bir milyoner” yaratma sevdasına düşenler, “satarım, babalar gibi satarım” sözleriyle millete gaz verenlerden gele gele ot, saman, nohut, mercimek, pirinç, et, canlı hayvan velhasıl herşey ithal eden ülke konumuna düştük. Köylerdeki arazilerin %50´sinden fazlası boş kaldı. Atıl halde bekledi. Nohudunu, fasulyesini, bakliyatını, arpasını, buğdayını kendi yetiştiren köylümüz fazlasını komşusuyla paylaşıp daha fazlasını ofislere satmaktaydı.
Bak o bitsin dediğiniz köyde neler vardı bak o bitsin dediğimiz köylüler neler yapardı. Demirci köydeydi maşasını, sabanını, pulluğunu yapar, yaptırırdı. Kalaycı köydeydi. Berber köydeydi insanlar kasabaya gelip tıraş olmazdı. Annelerimiz çul dokurdu, bez dokurdu, halı, kilim, torba, heybe köylerimizde dokunurdu. Ağır sanayi değil ama her türlü hafif sanayi vardı. Çoraplarımız yün çoraptı, ninemizin elinden çıkardı. Yemenilerimizin oyası çiçek çiçekti, genç kızlarımızın göz nuruydu. Nalbantlarımız olurdu, marangozu, ustası her köyde bulunurdu. En önemlisi duvar yapabilen, eli keser, testere tutan ziraatın en iyisinden anlayan adam gibi adam öğretmenlerimiz olurdu. Dershanelere gerek yoktu KPSS bilinmezdi. Köy bitsin derken önce bunları bitirdiler, köy bitsin diyenler kazandı, köykentle bu işler devam etsin, üretim ortaklaşsın, çoğalsın aletler durmaksızın ortak üretim için çalışsın diyenler kaybetti. İlkel üretim makinalarını yenileyip köye getireceklerine, köylüyü yerinde üretime teşvik edeceklerine, tersini yapıp gençlerimizi köyden alıp şehirdeki kibrit kutusu gibi evlere, bahçesiz, dar sokaklar içine hapsetmeyi yeğlediler.
Şimdi ekmek pişirilen fırınlar yakılmazken , bulgurluk dövülen dibek taşı ile göce çekilen bulgur taşı müzeye kaldırılırken, un- kepek öğütülen değirmenler yıkılmış, harman sonu çamaşır yıkanan dereler, çaylar kurumuştur. Demirci kapandı, kalaycı gelmez oldu, nalbantın işi bitti. Dokumacı nine sizlere ömür. Berber kasabaya taşındı. Torununa, evdeki herkese yün(sümen) çorap ören babaanne, anneanne yok artık.
Okul baykuş yuvası, köy tarlası, okul bahçesi ormana döndü. 40 yaşın altında köyde insan kalmadı. O zamanlar “Köy bitsin” diyenler muradına erdiler mi yoksa şimdilerde “ bizde yanlış mı yaptık, Amerika tarafından kandırıldık mı” diyorlar. Eh şimdi bizde kasabada çok iyi bir tüketici olduk. Üretimi kim yaparsa yapsın. Köy kent mi olsun, köy bitsin mi? derken Şehirler oldu kocaköy. Köykentlerimiz yok ama KOCAKÖYlerimiz var evelallah. Madem köyleri kent yapamadık, bizde şehirleri köyleştirdik.
Başkaları üretecek biz satın alacağız. Nereye kadar? Qo vadis? Ver mehteri.
Aşınız katıklı ve sıcak, hayatınız onurlu ve özgür olsun.
Sevgiyle dolun, sevgiyle kalın.
YORUMLAR