Toprak; en çok iki şeyi sever.
Üzerine düşen yağmur damlasını ve insan terini…
Tohumu kuş getirirse, yağmur ve rüzgâr üzerini örtse, lodos sıcaklığını ve su can verse de toprak; insan emeğini ve terini var ettiğinin üzerine bereketlendirip tatlandırarak doğanın her canlısına armağan bırakır.
Toprak, insan ve doğa barıştığında, birbirine omuz verdiğinde, hassasiyetlerine kulak kabarttığında dünyanın şu an var olan birçok ana sorunu kendiliğinden çözülmeye başlar.
Kendimize ait, toplumsal, siyasal, ekonomik ve çevresel sorunlarımızı çözmek için gayret gösterme yerine birilerine havale etme kolaylığına kaçıyoruz. Sonuçları canımızı acıtınca da koro halinde şikâyet ediyoruz.
Temmuz ayında emekli olmaya karar verdiğimde herkesin itirazı oldu.
Eşim ve çocuklarımda bu itiraza dâhildi. Meslektaşlarım ve arkadaşlarımda.
Oysa emekli olduktan sonra birilerinin köşesine çekilip dinlenmek arzusu benimse hayatta gerçekleştirilecek hayallerim vardı.
Aslıma; toprağa geri dönmek, alın terimin toprakta can bularak geri dönüşüne şahit olmak istiyordum.
Yazın gölgesine, sonbaharın hazanına, kışın kırağısına, karına, ayazına, baharın yeniden canlanan coşkusuna ortak olmak…
Bu doğal dönüşüme insanca katkıda bulunmak hayaliydi beni toprağa çeken…
Herkesin “olmaz” dediğini “olur” kılma muhalifliğiydi belki beynimi cezbeden…
Monotonluğun, hayattan bıkkınlığın üzerine yeni bir yaşam biçimi kurma arzusuydu…
Benimle birlikte emekli olan Ali Kuru dostumla Doğaca Bostandere sapağından sola, Doğaca’ya giden yolun beş yüz metre ileride, anayolun kenarında yedi dönümlük bir tarla aldık.
Adını da “Ali Hamza Çiftliği” koyduk.
Her iş sabahı zorla uyanan, tatilleri on ikilere kadar uyuyan ben her sabah yedide kendiliğinden kalkıp iştahla kahvaltı yapmaya ve yağışlı havalar dışında tarlaya gitmeye başladım.
Eşimiz, dostumuz, arkadaşlarımızın da emekleriyle başladık çalışmaya… Taş taş üzerine koymaya… Tel örgüleri onarmaya… Suyun başını tutmaya, havza akıtmaya, tarlayı sürdürmeye, fidanları ekmeye…
Bağ evini temellerini kendimiz kazdık… Temel taşlarını kendimiz topladık… Betonu ellerimizle kardık. En büyük zevkimiz ateşin üzerinde kendi suyumuzdan kaynatıp demlediğimiz isten simsiyah çaydanlıktan bardaklara dolarken demi ve buğusuna kurban olduğumuz çayın yorgunluk tadı… Yada ızgarada ki hamsi ve istavrit tadını tamamlayan kuru soğan…
Havuza akan suyun şırıltısı, poyrazın soğuğuna inat yanan ateş, örülen tuğlalar, kiremitle kapatılan çatı… Otuz metrekarelik, tek göz oda da olsa bağ evimizi tamamlaya az kaldı.
Yol yapmak için elden ele verilen taşlarla örülen, kışın durağanlığına inat yorgun bedenlerin çıldıran emeğiyle döşenen kaldırım…
Ve en önemlisi; herkesin önemsenen, dinlenen, üzerine hayaller katılan projeleri… Evle havuz arasına yapacağımız bir fırın ve kümbetin önüne koyacağımız masada dağları seyrederek bahar zevkini çıkaracağımız dostlarımızın ziyaretleri…
“Ali Hamza Çiftliği” bahara hazır… Hava muhalefetine inat gelişiyor…
YORUMLAR