Ben, bu Şehri seninle sevdim.
Her sabah seni görme umuduyla açılırdı gözlerim. Günün bereketi ve güzelliği seninle başlardı. Aydınlık, pırıl pırıl gökyüzüne bakar gibi… Kaybolurdum gözlerindeki maviliğin derinliklerinde… Kumru sesleriyle başlardı şarkımız… Serçeler düet yapardı. Kiraz ağacını kuşatan bembeyaz gelinliklerden dikerdim gelinliğini… Kır çiçeklerinden yapardım tacını… Gelinci rengiyle boyardım dudaklarını… Bahar sana ne çok yakışırdı. Badem çiçekleri umudumdu. Güller armağanımdı…
Baharın tedirgin sıcaklığı yüreğimdeydi
Sabah seninle, hayalinde başlayınca bereketleniyor… Doyumsuz tatlara uzanıyordu.
Taze demlenmiş çay buğusu, yeşil zeytin tadı, fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu… Yaşama sevincimi katıklıyordu… Elhamdülillah, sevdan günün bütün anlarına, sana dair anlamlar, güzellikler serpiştiriyordu… Seni görme umuduyla, sokağa attığım ilk adımda ağzımdan çıkan ilk besmeleyle adın dua oluyordu.
Ben, bu şehri seninle sevdim.
Fabrika sireniyle hareketlenen Çanakkale Caddesi’nin bir köşesinde her sabah nöbetimi tutuyordum. Genç kızlar, delikanlılar, yaslılar, hayatın tam ortasında duranlar… İşçiler akıp gidiyordu gözlerimin önünden… Zaman duruyordu dakikalar saat oluyordu, sen lise önünde görününceye kadar… Saçlarının savruluşundan tanıyordum. Kokun senden önce ulaşıyordu burnuma… Yüreğim kabına sığmıyordu. Yanımdan geçerken Başını yavaşça bana çevirişin ve hafif tebessüm edişin, bütün gün, bana ait, yaşadığım ve seni tekrar görene kadar yüreğimde taşıdığım tek fotoğrafın oluyordu karanlık odamdan hiç çıkmayan.
Sonrası hayalinle iç içe seni beklemek
Ben bu şehri seninle sevdim.
Doğmak yetmiyordu, bu şehirde, büyümek yetmiyordu… Yaşamak yetmiyordu… Sen olmalıydın.. Bu şehrin bütün anılarında, mekânlarında… Çanakkale caddesinde yürürken, kısa aralıklarla vitrinlere bakarken saçlarını, o uzun ve siyah saçlarını savurarak, başını çevirdiğinde beni görmeliydin. Bakışlarımız buluşmalıydı. Zaman o an durmalıydı. O bir saniye bir ömre bedel olmalıydı… Sen yürümeliydin bütün Çan yürümeliydi… Ama ardında seni gören sadece ben olmalıydım. Menderes parkındaki akağaçlar, ikinde ezanını bekleyen, aşklarını hatıralarda bırakmış ihtiyar gözler bile fark etmemeliydi seni…
Bu senin ve benim sırrım olmalıydı. İkimize ait kalmalıydı. Akasyalar, ıhlamurlar, çınarlar bilebilirdi. Kaldırımlar, evler, minareler bilebilirdi. Konuşmamak şartıyla…”Susmak koydum aşkın adını” diyor şair… Kimseler fark etmemeliydi bizi.
Kimseler bizi konuşmamalıydı. Biz bile konuşmamalıydık Suskunluklarımızda çiçeklenmeliydi aşkımız, sokaklardan silinen ayak izlerinde…
Ben, bu şehri seninle sevdim…
Şehit Mustafa Kaya Caddesi’nin sonuna doğru sapmalıydın bir ara sokağa… Saygılı suskunlukları öğrenmiş sokaklara… Yürümeliydik yan yana fesleğenler, begonyalar, hatmiler, aslanağızlarının aşkla sabırla büyüttüğü evlerin bulunduğu sokaklara… Mahremiyetlerin suskunlukların, saygının ve iki yüreğin, iki tenin, iki cesaretin var ettiği insanların, aşka dair,”duymayan, işitmeyen, görmeyen” tavırlarını bilerek cesaretle yürümeliydik yan yana. Utanmasız birleşmeliydi ellerimizin sıcaklığı… Söylenmemiş yeminlerin, aşklarımızın ön nikâhını kendiliğinden kıydığı sokakların kolları sormalıydı ikimizi… Sokakta top oynayan çocuklar oyunu kesmeli, suskun gözlerle oyunlarından çıkışımızı izlemeliydi… Kalanlar kalmalı, aşk yürümeliydi. El ele yaratılan bu gün geleceğin temeli olmalıydı…
Ben, bu şehri seninle sevdi.
Ben,bu şehrin sokaklarında yeşeren suskun aşklarını…
YORUMLAR