Bazen kelimelerin, kavramların anlamını kaybettiği anlar olur.
Söylenebilecek söz kalmaz.
Sadece derin bir acı içine akar.
Birer gün arayla gelen iki ölüm…
Libero Metin…
Oğlu eşimin öğrencisi… Yakından tanıdığım, iyiliklerine tanık olduğum bir insan…
Mehmet Baba…
Kızının öğretmeni oldum. Samimiyetinden asla şüphe duymadığım, neşeli, hoş sohbet bir insan…
Çanımızın bu tanınan, sevilen insanları birer gün arayla, aynı acı akıbetle aramızdan ayrıldı.
Allah rahmet eylesin, günahlarını affetsin…
Her ölüm yaşayanlar için ders alınması gereken bir ibrettir.
Bu son anların seçiminden ziyade toplumsal çöküşün alarm zilleridir. Yıllarca refah adına, kalkınma adına uygulanan politikaların sosyal ve ahlaki alanlarımızda yaptığı tahribatların neticesidir.
Sihirli değnek gibi sunulan ekonomik reçetelerin, uygulanan yaptırımların iflas edişlerinin açık göstergesidir.
Hiçbir şey insan hayatından daha değerli olamaz.
1983 yılından bu yana hayal ve umut dağıtılarak bizlere dayatılan, merkezinde insan olmayan, insani sistemi köle haline getiren, ezen, şahsiyetsizleştiren, politikalar ne yazı ki acı meyvelerini vermeye başladı.
Samimiyetle soruyorum… Bizi var eden, sevgi ve şefkatle saran, hayata güvenmemizi sağlayan, sevinci ve acıyı ortak kader kılan aile bağlarımız nerde? Dedeler, nineler… Amcalar, dayılar… Halalar teyzeler… Kuzenler, yeğenler…
Her gün ortak bir hayatı paylaştığımız, akrabadan daha yakın komşularımız nerde?
Her türlü dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaştığımız, hayatımızın olmazsa olmazları, arkadaşlarımız, dostlarımız nerde?
Her biri gerçek anlamda ne yazık ki kalmadı.
Bireyselleştik.
Bencilleştik.
Kişisel hırslarımızın, egolarımızın, maddi kazanımların kölesi olduk.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dedik.
Başkalarının acılarına “Bana ne?” dedik.
Şahsiyetleri parayla, malla, güçle ölçmeye kalktık.
Ailemizden koparak yeni bir hayat kurmayı marifet saydık.
Komşu yerine evimizin baş köşesine renkli, plazma televizyonlar koyduk.
Arkadaş yerine “chat” leşeceğimiz internetlere zaman ayırır olduk.
Dar zamanımızda imdada yetişen dostlarımız yerine cebimize kredi kartları istifledik.
Bayramlarda aramak, ziyaret etmek, hasbıhalde bulunma yerine cep telefonlarının ruhsuz mesajlarını tercih ettik.
Hayatın gerçeğini değil sanal dünyanın kolaycılığını seçtik…
Bu ülkede on milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. Bu ülkede işsizlik toplumun en büyük kanayan yarası haline gelmiş.
Çalışanlar iş güvencelerini kaybederek asgari ücrete mahkum edilmiş.
Kömür ve gıda yardımıyla “sadaka” kültürü hayatımızın gerçeği olmuş.
İcra ve iflaslar rutinleşmiş.
Yetmiş milyonluk ülkede sadece bankalar ve yabancı sermaye kazanır, hepimiz kaybederken bir “one minute” ten kahraman yaratma garabetinin acı faturasını susarak, tepki vermeden, unutarak ödemeye hep birlikte devam edeceğiz.
Öyle mi?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü gidilen her yolun bir yol ayrımının olduğunu biliyorum. Alınan her nefeste bir umudun olduğunuda…
Bu son ne Metin ne Mehmet kardeşimin bilinçli tercihi değildi.
Onlar sadece sistemin çarkları arasında ezilip gittiler.
Anlayabilenlere arkalarında unutulmayacak bir dersi bırakarak…
Allah rahmet eylesin…
YORUMLAR