Reklam
Hamza Yıldız

Hamza Yıldız


Çocukluğumun Ramazanları

03 Nisan 2018 - 13:38

Sabah, Ramazan ayının ilk orucuyla uyanır, alelacele siyah önlüklerimizi giyer, beyaz yakamızı takar, çantamızı kaptığımız gibi okul yolunu tutardık. Ders ve teneffüs zilleri birbiri ardına çalar, yavaş yavaş dudaklarımız kurumaya, karnımız acıkmaya başlardı. Bazıları orucu unutma manasıyla ağzını çeşme musluğuna dayayarak suyunu içer ama suçlu gibi de aramıza karışır giderdi.
  
O zamanlar Çan çocuk yönünden bereketli bir kasabaydı. Sınıflar kırkar kişilik ve eğitim ikili yani sabahçı ve öğlenciydi. Son zil çalındığında oruç başımıza vurmaya başladığından her zamankinin aksine ağır adımlarla evin yolunu tutardık.
  
Eve geldiğimizde önlük yakalık bir tarafa, çanta bir tarafa atılır, annemizin mutfaktan ayrılmasını fırsat bilerek bir dilim ekmek kapar, kimsenin görmediği bir köşede iftarımızı açıverirdik. “çocukların orucu öğleye kadardır” diyen annemizin sözü orucumuzun teminatı olurdu.
  
Sonra ya eski fabrika deposunun bahçesine yada şimdi fabrikanın spor tesislerinin olduğu Damat Süleyman’ın tarlasında kıran kırana futbol maçları yapılırdı. Ta ikindi ezanı okunana kadar. İkindi ezanı hakemin bitiş düdüğü gibi oyunu bitirir herkes Ramazan görevinin başına dönerdi.
  
Her çocuk taşıyabileceği kadar büyüklükteki testisini veya su bidonunu alır kobak suyunun yolunu tutardık. Hem de aceleyle sıra kapma yarışı içinde şimdiki Mesut Hulki Önür Caddesi koca köprüyü geçirip çeşmeye ulaşır, testimizi sıraya koyardık. En zoru çeşme başında sıra beklemektir. Bazen saatler sürer, sıkılır, sıkıntıdan patlardık ama eve hiç su almadan dönmezdik. Dönüş yolu daha zor ve zahmetliydi. Testi yorulan koldan öbür ele geçe geçe eve geldiğimizde ikinci görevi hemen devralırdık.
  
Bu görev fırından pide almaktı. Çoğunlukla pidenin üzerine sürülmek üzere iki yumurtayı alır, iki cebimize kırılmasın diye yerleştirirdik. Pide parası ise kaybolmasın diye sımsıkı sıkılmış avucumuzun içindeydi. Daha fırın kapısına gelirken susam ve pide kokusu başımızı döndürürdü. İkinci bekleme ve sabır işimizdi bu. Pidelerimizi alıp eve dönerken pidenin kenarından çimdikleyerek yürümek en büyük keyfimizdi.
  
Annemiz ağır ağır yer sofrasını kurarken ablalarımız ona yardım ederdi. Bizler kapı önüne oturarak Koca Konak tarafından atılacak Ramazan topunun sesini beklerdik. Hiç birimiz o topu görmemişti. Nasıl olduğunu, nasıl ateşlendiğini merak ederdik. Derken önce bir gümbürtü kopar ardından akşam ezanı yükselir, sofranın başına koşardık.. Orucu babamız ya bir zeytin veya hurma ile açar, bizlerde onu taklit eder, sanki on gündür açmış gibi çorbaya kaşık sallamaya başlardık. Babamın “hanım korkarım bir gün bunlar beni de yiyecek” sözü o iftar sofralarındaki iştahımıza binaen edilmişti.
  
Hayat devam ediyor. Maddi tatlar çoğalırken manevi hazlar azalıyor. Gene de şükür. Bir Ramazan daha yaşama fırsatına kavuştuk.


YORUMLAR

  • 0 Yorum