Reklam
Hamza Yıldız

Hamza Yıldız


Eski Ramazan Tatları

03 Nisan 2018 - 13:38

Çocuksu düşlerin, heyecanların, oyunların arasına ilk müjdesini vererek geliyorum derdi Ramazan ayı.
        
Unlar kilerden getirilir, oklavalar, hamur açma tahtaları (yaztaç) hazırlanırdı. Komşulardan bahçesi en ferah, en geniş, fırını olan seçilir, herkese haber verilerek çalışma günü seçilirdi.
        
Erkekler işe, çocuklar okula gönderildikten sonra hamur tahtaları taşınırdı komşu bahçesine. Tabi oklavalar, siniler, hamur açma tahtaları da. Fırın çoktan yanmış olurdu. Hamur açma tahtalarının başına bağdaş kurarak otururdu kadınlar, oklava ellerinde, un tası yanlarında olurdu. Daha çok genç kızlar hamur tahtasından bir parça kopararak, unlu elleriyle küçük top hamurlar yapar ve yine bir genç kız bu hamurları oklavacılara taşırdı. Oklavacı kadın önce hamur açma tahtasının üzerine biraz un sepeler, hamur topunu ortaya koyar, eliyle bastırırdı. Sonra oklava ile hamuru açmaya başlardı. En ince hamuru açan en maharetli sayılırdı. Açılan hamurlar ters çevrilen sininin üzerine konurdu. Görevli kadın bu hamurları fırın başındaki eli yüzü ter içindeki komşu kadına götürürdü. Hamur ince bir demir ve telden yapılmış hamur küreği ile fırında pişirilirdi. Pişirilen hamurlar temiz bir çarşafın içinde üst üste yığılır ve çıkın yapılarak bağlanır ve evlere yollanırdı. Bu arada avludan türkü sesleri yükselirdi. Hamur önemliydi çünkü hamur börek demekti. Ramazanın özel tadı ve sahurların olmazsa olmazı. Sonraki günlerde makarna kesilir, kuskus da yapılırdı.
        
İlk teravih namazına babalar erkenden çıkarken anneler sahur yemeklerini hazırlamaya başlardı. Biz çocuklarda yarım yamalak abdest alıp cami avlusuna koşardık. Yatsı ezanıyla herkes camiye girip ön sırlarda saf tutarken biz çocuklar canımız sıkılırsa kaçmak için en arka sıralara dizilirdik. Derken namaz başlar, rekâtlar uzadıkça arka sıralarda kikirdeşmeler başlar, bir süre sonra ise çocuklardan camide kimse kalmazdı. Yine de bizlere namaz ve ibadet sevgisi teravih namazlarından kalmıştır.
        
Ramazanın ilk gecesi biz çocukları pek uyku tutmazdı. Aynı odada yer yataklarında, en az üç, dört kişi yatan bizlerin çıkardığı gürültülere babamız müdahale ettikten sonra uyuya kalırdık. Ta ki davul sesine uyanana kadar. İlk uyanan diğer kardeşlerini de uyandırırdı. Sonra en büyüğümüzden başlayarak tuvalet bahanesiyle salona çıkardık. Teker teker yer sofrasındaki anne babamızın yanına diz çökerdik. O an için dünyanın en güzel yemekleriyle dolu sofra önümüzde olurdu.
        
Kalabalık mı sofrayı daha bir tatlandırır, sofra mı kalabalığa yetmez? Telaşıyla önce tarhana çorbası ardından kuru fasulyede tabağın dibi çabucak görünürdü. Sonra kuskus veya el makarnası biterdi. Ama karnı ne kadar doyarsa doysun herkes finali beklerdi. Börek tepsisi sofraya konur, baba böreğin ortasını yarar, anne üzüm hoşafı tasını ortasına koyar koymaz el ve ağız bütün gücüyle birlikte çalışmaya başlardı. Eller, ağızlar yağlanmış kimin umurunda.
        
Yarım saat sonra Ramazan’ın bereketi ve tadıyla herkes yarın sabah tutup tutamayacağı belli olmayan orucun uykusuna dalardı.


YORUMLAR

  • 0 Yorum