Reklam
Hamza Yıldız

Hamza Yıldız


Fırtınalara Kanat Çırpan Kuşların İnancı

03 Nisan 2018 - 13:38

   İnsan kendi gerçekleriyle baş başa kaldığında, inanılması güç pek çok zorluğu aşabiliyor. Aynada yüzleşme ve kendisiyle samimi olarak hesaplaşabilmesinin ardından, beyni ve yüreğiyle barışabiliyor. Bütün olumsuzluklara direnme ve zorlukları aşmanın ötesine uzanabildiğinde yeni, özel, alışılmadık adalar yaratabiliyor. Bu adada meydana gelen güzellikleri bencillikten uzak diğer insanlarla paylaşabiliyor.
   Acılar denizinde kaybolup gitmediysem, kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorsam, sebebi: kendime ve sana olan güvenim ve sevgimdendir. Aşka olan inancımdandır.
   Asla karamsar değilim. Geceler boyu, yalnızlığın girdaplarında, özlemlerin derinliklerinde, karanlıklara inat hayata dost elimi uzatarak, beyin ve yürek dalgalarının hırçınlığına rağmen damıttığım mısraların peşine takıldığım, duygu sağanaklarında ıslandığım, senin izinden gider gibi şiir coşkularının peşinden gittiğim, uzak ışık ürpertileriyle sarsıldığım anlarda bile sevdan beni hiç terk etmedi. Terk etmedi sevdan beni.
   Yıllar sonra bile anılar denetimin tatlı hatırlamaları ve soluk resimleriyle huzur bulabiliyorsam, sihrini yitirmemiş sisler şehri düşleriyle açıkladığım okyanuslardaki tek tük deniz fenerinin umut ışıklarına yelken açabiliyorsam, sebebim sensin. Sen sebebimsin.
   Sevgiyi iki bedenin birlikteliği olarak algılama basitliğinin esiri olduğumuz bencilliklerimizin sonunda savrulduğumuz açmazlardaki paniğimize, çaresiz acılarımıza şaşmamamız gerekiyordu. Panik ortasındaki suçluluk duygusuna aranacak kurban aşkımız olmamalıydı. Pişmanım ama ne yazık ki pişmanlığım beş para etmiyor.
   Eski günleri karıştırıyorum. Geçmişin üzeri örtülen sana dair izlerini arıyorum. Kurşun kalemle yazılmış mektuplarını okuyorum. Sevgiye adanmış şiir kırıntılarını… hatırladığım, bulduğum her ayrıntı geçmişin ve bu günün muhabesinde faturayı bana çıkartıyor. Gecenin derin boşluğuna asılı duran sorular yüreğimi kanatıyor. Neden sen şimdi çok uzaklardasın?
   Şu soruyu keşke çok önceleri kendimize sorabilseydik;
   “Küçük mutlulukların bekçisi mi olacağız, büyük aşkların savaşçısı mı?
   Sevgimizi iki bedenin dar kalıplarına sığdırmanın yanılgısını birlikteliğimiz bitince anladık. Sevginin paylaşım, hoşgörü, fedakarlık, sürekli değişim ve emekle başka gönüllerle bütünleşmekten geçtiğini kavradığımızdaysa çoktan ayrı iklim telaşlarının soğuk yalnızlıklarında üşümeye başlamıştık bile. Geriye yüreklerimizde doldurulamaz derin boşluklar kalmıştı.
   Tepkileri olağan bir insan olsaydın seni bu denli sevemezdim. Normalleşen sıradanlaşan alışkanlıkların esiri olmuş, belirlenmiş sınırlar içinde memnun ve mesut kişilik fotoğraflarını, kopyalarını, sürüye ait olma çabalarının acziyetini umursamıyorum.
   Sen başkaydın. Yaşadığım, gördüğüm, okuduğum hiçbir tanıma uymuyordun. Farklıydın, sıra dışıydın. Beynimdeki, yüreğimdeki, bedenimdeki korkusuz isyanların ateşinde yanıyordum. Yandıkça aşkın o bütün ruhu saran ateşiyle pişiyor, yenileniyordum. Zaman hükmünü çoktan yitirmişti.
   Fırtınalara karşı kanat çırpan kuşların sevgi ve yaşama inancını senden öğrendim. Teslim olmadan ve asla uzlaşmadan yaşamayı da. Farklılıkları koruyarak, saygıya dayalı ortak faydalar yaratma çabasının zorluğuna inat. Zor bir insandın. Ve bizimkisi çok zor ama zorluğundan daha fazla güzel bir aşktı.
   Turnalar, leylekler, kırlangıçlar… hepsi terk ediyor tükenmiş sıcakları… uzun, yorucu, çileli bir göçe başlıyor. Yeni iklimlere, yeni aşklara… bütün tehlikelere rağmen… fırtınalara rağmen kararlılıkla içgüdüsel hedeflerine kanat çırpıyorlar.
   Fırtınalara kanat çırpan kuşların inancı…
   Büyük inançların, büyük aşkların savaşçısı…
   Hepsi bu…
   Hasretin sımsıcak yüreğimde…


YORUMLAR

  • 0 Yorum